Köyden epeyce uzak, ormanın derinliklerinde yalnız bir oduncu yaşarmış. Bu yaşlı adam, yıllar önce ailesini kaybetmiş, ardından kendini ormanın sessizliğine bırakmış. Geçimini kesip biçtiği odunlardan mobilyalar yaparak ve tahta oyuncaklar tasarlayarak sağlarmış. Ellerinin ustalığı dillere destan olsa da onun için bu, sadece zamanı doldurmanın bir yoluydu.
Oduncu, her üc ayda bir şehre iner, ailesinden kalan eski bir tüfeği bakım yaptırır, yaptığı mobilya ve oyuncakları teslim eder, sonra da hemen evine dönermiş. Ne şehirde vakit geçirir ne de insanlarla fazla konuşurmuş. Onun dünyası, ahşap kokusu ve yanan sobasının çıtırtılarından ibaretti.
Yıllar geçtikçe oduncu iyice yaşlanmış. Pala bıyıklarına aklar dökmüş, elleri buruş buruş olmuş. Kocaman ahşap evinde pek çok odası ve birbirinden güzel eşyaları olmasına rağmen, o eşyaların sessizliği evini daha da soğuk ve boş gösterirmiş. Eskiden huzur bulduğu yalnızlık, artık içini kemiren bir huzursuzluğa dönümüş. Her gece eski ahşap karyolasında yatarken evin sessizliği kulaklarında yankılanır, yüreğindeki boşluk daha da büyürmüş. Oduncu, bilmeden büyük bir değişimin eşiğinde olduğunu hissedermiş.
Bir gün oduncu, ormanda yürüyüşe çıkmış. Elinde tüfeği, diğer elinde ağı varmış. Yol, çiçek bahçesi gibi renk renkmiş; hava mis gibi bahar kokuyormuş. Kuşlar cıvıl cıvıl öter, etraf yemyeşilmiş, kelebekler dans eder, arılar vızır vızır çalışırmış. Her canlının bir eşi, bir arkadaşı varmış; yalnızca pos bıyıklı oduncunun hiç arkadaşı yokmuş. Bu duruma çok üzülmüş ve yakaladığı balıkları kendine arkadaş edinmeye karar vermiş. Kocaman bir akvaryum tasarlamış, göl kadar olmasa da balıklara yetecek kadar genişmiş.
Oduncu her sabah balıklarına yem verir, sularını temizler, onlara şarkılar söyler, gece yatarken ninniler okur, akşam çayını balıklarının yanında içermiş. Balıkları onun biricik gözbebekleri olmuş. Ancak zamanla tekrar köye inme vakti gelmiş. Balıklarını yemleyip yola koyulmuş fakat kapıyı açık unutmuş. Eve döndüğünde, huysuz bir kedinin tüm balıkları alıp kaçtığını fark etmiş.
Bu duruma çok üzülen oduncu, sabahın erken saatlerinde kendini göl kenarında bulmuş. Uzun süre beklemiş ve birden uzun kuyruklu, kırmızı pulları parlayan muazzam bir balık görmüş. Hemen yakalayıp onunla arkadaş olmalıymış. Bu balık diğerlerinden çok farklı ve güzelmiş. Sabırla beklemiş ve sonunda balık ağlara takılmış. Hızla eve dönüp yeni temizlediği akvaryuma koymuş. Artık çok daha dikkatliymiş.
Fakat balıkta bir tuhaflık varmış. Göldeki gibi kımıl kımıl değilmiş; hareket etmiyor, yem yemiyormuş. Bu duruma üzülen oduncu, akvaryumun başına oturup ağlamaya başlamış:
“Güzel balığım, kırmızı pullu parlak dostum, neden kıpırdamıyorsun? Neden yemlerini yemiyorsun?” demiş, gözlerinden yaşlar süzülürken.
Birden balık dile gelmiş: “Çünkü evimi özledim. Ailem, kardeşlerim gölde. Burada yalnızım, mutsuzum.”
Oduncu şaşırmış: “Ama… ama ben seni çok seviyorum. Senden başka arkadaşım yok. Lütfen benimle kal.”
Balık gözlerini kocaman açıp içtenlikle cevap vermiş: “Sen beni seviyorsun ama sevgi zorlama değildir. Ben de ailemi seviyorum. Onlara kavuşmadan mutlu olamam.”
Oduncu derin bir nefes almış, gözleri dolmuş. “Peki, seni geri götürürsem ben ne yaparım? Yalnızlığa dayanamam.”
Balık yumuşak bir sesle demiş ki: “Gerçek dostluk, sevdiklerini özgür bırakabilmektir. Belki yalnız kalırsın ama bil ki içindeki sevgi seni yalnız bırakmaz.”
Oduncu önce çok şaşırmış. Balık pörtlek gözlerle oduncunun bir şeyler söylemesini bekliyormuş. Oduncu üzgün bir şekilde:
“Üzgünüm güzel balık, seni geri götüremem. Benim senden başka kimsem yok. Tek arkadaşım sensin. Lütfen benimle kal,” demiş.
Balık geri dönmek istese de oduncu izin vermemiş. Balığa oyuncaklar tasarlamış, odunlardan evler yapmış ama yine de onu mutlu edememiş. En son balığı mutlu edecek yemler almak için köye inmiş. Dünyanın en lezzetli yemini almış, eve koşarak dönmüş.
Bir de ne görsün? Evinde bir dev varmış! Hemen bağırmış:
“Bu benim evim! Hemen çık buradan!”
Dev ise:
“Benim bir evim yok. Artık burası benim yuvam,” demiş.
Oduncu üzgün bir şekilde:
“Bu ev bana ailemden kalan tek şey. Başka hiçbir yerde mutlu olamam,” demiş. Ve ağlamaya başlamış. Bu duruma dayanamayan her ne kadar onu evinden alı koyan oduncu olduğunu bilse de iyi birisi olduğuna inanan Kırmızı balık ortaya atlamış :
“Dev kardeş,
Dinle beni, lütfen… Bu ev, yalnızca duvarlardan ibaret değil; o, yüreklerimizin en derin köşelerinde saklı anıları, sevgiyle örülmüş hikayeleri barındırır. Bu ev, oduncumuzun ailesinden kalan, yılların emeğiyle, sevginin ve kayıpların sessiz tanığıdır. Şu anda gördüğün gözyaşları, kaybettiği her bir anın, sevgisinin, umutlarının izidir.
Ey Dev kardeş, senin kudretinle şekillenen bu topraklarda, adaletin de hüküm sürmesi gerekir. O ev, sadece bir yapı değil; orada yetişen umutların, yitirilen hayallerin ve geride bırakılan sevgilerin mekanıdır. Eğer bu evi geri vermezsen, bir daha asla aynı sıcaklık, aynı anılar o duvarlarda yeşeremez.
Lütfen, düşün; sen de bir zamanlar kalbinin en derinlerinde, kaybettiğin bir şeyi var mıydı? Belki bir sevgi, belki bir hatıra… Eğer öyleyse, oduncumuzun gözyaşlarına, acısına ortak ol; ona ailesinin mirasını, ruhunun sığınağını geri ver. Unutma, gerçek güç, kalbin yumuşaklığında ve adaletin ışığında gizlidir.
Ey Dev kardeş, senin kararın, sadece bir evin kaderini belirlemekle kalmayacak, aynı zamanda yüreklere dokunan, geleceğe umut taşıyan bir adım olacaktır. Lütfen, ona bu evin sıcaklığını geri ver, böylece belki sen de kaybettiğin o saf duyguyu yeniden bulabilirsin.”
Kırmızı Balık’ın sözleri, devin kulağına çarptı; kelimeleri, soğuk ve sert bakışlarının bile altını ısıtan bir yumuşaklık taşıyordu. Sessizlik içinde, devin gözleri dalıp giderken, tüm orman, bu hüzünlü ama umut dolu konuşmanın etkisi altında kalmıştı sanki.
Bu sözler devi çok etkilemiş. Evin dışına çıkmış. Oduncu balığa eğilmiş :
Ne kadar teşekkür etsem az ne söylesem bilmiyorum ama sana çok minnettarım demiş. Balık yine köşesine dönmüş tek bir kelime bile etmemiş. Oduncu dışarda taşların üstünde oturan devin yanına gitmiş. Dev üzgün ve çok mutsuzmuş. Oduncu ona eğilmesini söylemiş ve kulağına fısıldamış.
“Sana kocaman bir ev yapacağım, hem de benimle komşu olacaksın. Hadi üzülme kalk” Devin sevinçten gözleri parlıyor, etekleri zil çalıyormuş. Oduncuyu havalara kaldırmış ve neşe içinde eve girmişler. Oduncu evin en güzel odasında ağırlayacağını söylemiş ve dinlenmesi için devi odasında yalnız bırakmış. İlk defa misafir ağırlayan oduncu çok leziz yemekler yapmış. Dev için kazanda kocaman çorba kaynatmış, balık için özel yemi ıslatmış her şey harika gözüküyormuş. Akşam yemek vakti geldiğinde, dev, oduncu ve akvaryumun bir köşesinde sinmiş balık için hazırlanan yemekleri paylaşmışlar. Balık haricinde ikisi de yemeklerini bitirmiş. Dev, kalın sesiyle sormuş:
“Neden bu balık bu kadar üzgün?”
Oduncu başını kaldırmış, gözleri dolmuş: “O benim dostum olacaktı. Ama mutlu değil. Nedenini anlayamıyorum. Ona en güzel akvaryumu yaptım, suyunu temiz tutuyorum.”
Dev, kocaman eliyle akvaryuma dokunmuş, balığa bakmış: “Sen onun dostu olduğunu mu sanıyorsun? Dostluk, bir kafeste tutmak mıdır? Özgürlük olmadan dostluk büyür mü?”
Oduncu düşünmüş: “Ama yalnızım. O benim arkadaşım olabilirdi.”
Dev biraz yumuşayarak devam etmiş: “Yalnızlık, bir canlıyı esir almakla geçmez. Gerçek dostluk, birini serbest bıraktığında bile onun seni kalbinde taşımasıdır. Bak bende senin evini bilmeden alacaktım ve sen ne kadar üzüldün şimdi sen de bu güzel balığa aynısını yapıyorsun”
Oduncunun gözleri dolmuş, kalbi sızlamış. Yavaşça akvaryumu kucaklamış:
“Ah! Benim güzel balığım, kırmızı pullum, uzun kuyruklum yarından tezi yok seni evine yuvana ailene getireceğim. Özür dilerim, seni çok sevmiştim. Senin burada mutlu olacağını bana dostluk yapacağını sanmıştım oysa ben seni ailenden evinden koparmışım. Beni affet benimle barış.”
Kırmızı balık cama iyice yaklaşmış ve konuşmaya başlamış:
“Güzel oduncu bana çok iyi baktın, beni sevdin, besledin ama ben aç kaldığımda bile yanımda, yuvamda ailemi görmek isterim. Sen ve dev benim iyi bir arkadaşım olabilirsiniz. Her hafta pazartesi günü ailemle sizi gölün kıyısında ziyarete gelirim.”
Dev ve oduncu gülmüş, kendisi küçük sözleri büyük olan balığa bakmış. Minnacık bedenine ne büyük dersler saklamış. Oduncu ve deve büyük bir ders vermiş.
O akşam, bu dostlar güzelce yemek yemiş, keyifli bir sohbet eşliğinde vakit geçirmişlerdi. Oduncu, onlara çok değerli hediyeler vererek, gülüp eğlenmelerine katkı sağlamıştı. Ancak, bu neşeli anların ardından yatma vakti geldiğinde bir düşünce akıllarına gelmişti. Dünyanın sadece onlara ait olmadığını ve başka canlıların da bu dünyada yer aldığını fark etmişlerdi. Bu, hayatta her şeyin kişisel zevk ve arzulara göre şekillendirilemeyeceğini anlamalarına neden olmuştu. Gerçekten de, herkesin bir evi, herkesin sevdiği birisi ve herkesin ait olduğu bir yer vardı. Okyanus ne kadar geniş olsa da, bir balığın gönlü gölde ise orada dar gelir; suyun derinliklerinde kaybolur. Aynı şekilde, dünya insan için ne kadar büyükse de, ait olmadığın bir yerde yaşamak insanı kaybolmuş gibi hissettirebilir. Bir insanın huzuru, kendini ait olduğu yerde bulmasıyla gelir. Bu yüzden, herkes sonunda ait olduğu yere ve sevdiğine dönmeli, kaybolmadan kendi yolunu bulmalıdır. Her bir kişi, tıpkı bir balık gibi, kendine uygun sulara dönerken, hayatının anlamını orada bulur.
Sabah olunca, balığı suya bırakmışlar. Gözlerinde özgürlüğün parıltısı, kalbinde yıllardır beklediği huzurun neşesiyle suya girmiş. Gölün derinliklerine doğru yüzerek kaybolmuş, bir zamanlar hapsolduğu küçük alanı geride bırakıp kendi doğasına kavuşmuştu. O andan itibaren balık, suyun özgür bir parçası olmuş, yaşadığı her anın tadını çıkararak yüzerken, diğer canlılarla bir uyum içinde yaşamaya başlamıştı.
Oduncu, deve verdiği sözü tutarak eve döndü. Kendisini bekleyen büyük işin farkındaydı. Bir zamanlar sadece bir sözle başlayan bu yolculuk, ona çok şey kazandırmıştı. En kısa zamanda, bulduğu malzemelerle ve yılların deneyimiyle güzel bir ev inşa etmeye başlamıştı. Günler geçtikçe, ev yükseldi; her duvarında oduncunun emeği, her köşesinde onun sevgiyle kattığı detaylar vardı. Ev, bir yuvaya dönüşmüş, içindeki huzur ve sıcaklıkla oduncunun kalbini dolduruyordu.
Buluşmalarını aksatmadan, her pazartesi günü tekrar bir araya geldiler. Konuştukça daha çok şey öğrendiler birbirlerinden. Oduncu, balığın dünyasını ve yaşamını daha yakından tanıdı, balık ise oduncunun ve devin doğayla olan derin bağlarını keşfetti. Bu karşılıklı anlayış, dostluklarını daha da pekiştirdi. Balık, zamanla ailesiyle tanıştırıldı. Birlikte vakit geçirmeye başladılar; balığın ailesi, oduncuyu sıcak bir şekilde karşıladı. O günden sonra, bir arada geçirilen zamanlar birbirinden kıymetli hale geldi. Oduncu, bu büyük ailenin bir parçası gibi hissetmeye başlamıştı. Balığın ailesi onu çok sevmiş, o da onlara karşı aynı sevgiyle dolmuştu.
Günler, aylar geçtikçe, herkes mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmeye başlamıştı. Balık suyun derinliklerinde, oduncu ve dev ise evlerinde bir arada, doğanın ve birbirlerinin varlıklarından güç alarak yaşamlarını sürdürdüler. İçlerinde taşıdıkları sevgi, onları hiç ayrılmadan bir arada tutmuştu. Herkes ait olduğu yere, ait olduğu kişilere dönmüş ve huzur içinde yaşamışlardı. Bu güzel dostluk ve bağlılık, hem suyun derinliklerinde, hem de karada sonsuza dek sürmesi için en doğru yerdi.