YALANDAN KİM ÖLMÜŞ Kİ?
Ayakkabısının burnuyla taşlara amaçsızca vurarak yürüdü tozlu yollarda. Başı öne eğik gitmesinden midir nedir, envaı çeşit gariplikler çarptı gözüne. Kırmızı ibikli horoz kafası, saç tokası, firkete, boş prezervatif kutusu, boş mermi kovanları, bozuk paralar yok yoktu.
Mahallem hiç değişmemiş diye geçirdi içinden. Aynı bok çuvalı, aynı keşmekeşlik…
Rıza okumaya diye gittiği İstanbul’da meyhane açmıştı. Anasını da doktorluk okuyorum diyerek kandırmıştı. Yalandan kim ölmüş de Rıza ölecekti. Öyle ya…
Zavallı Iraz oğlan okuyor, gurbet illerde parasız kalmasın diyerekten konu komşudan borç harç aldığı parasını biricik oğluna gönderiyordu. Ay sonlarını hiç aksatmaz, düzenlice gönderirdi Rızasının harçlığını.
Rıza bir günden bir güne ana, paraya ihtiyacım yok, gönderme demedi. Meyhaneden elde ettiği gelir kiraya ve çalışanlara zor yetiyordu. Üstüne bir de oranın azılı gangsteri Piç Hakan sömürüyordu Rızayı. Dükkânın harcını bir gün geciktirse anında damlardı piç Hakan. Yalnız gelmez, peşine itlerini de takar da gelirdi.
Tüm bunlardan bıkan Rıza meyhaneyi memleketi Diyarbakır’da açmak istedi. Niye olmasın mahallesine bile açabilirdi. Severdi mahalleli böyle eğlence mekânlarını. Birden kafası şimşeklendi. Ya attığı yalanlar. Ne cevap verecekti diploma soranlara.
Kendi kendine:
-Aman be Deli Rıza, dert ettiğin şeye bak hele. Bir yalan daha sıkarsın, olur biter. Diyerek rahatlattı yüreğini.
Mahalleli Rızanın geleceğinin haberini iki gün evvelden almıştı. Iraz kadın da sevinçle telaş bir arada kâh oraya kâh buraya koşuşturup duruyordu. Oğlu, biricik tosunu, Rızası doktor çıkmıştı. Bundan ala ne olabilirdi ki?
Başta muhtar olmak üzere mahallelinin ileri gelenleri Rıza üstünde hak iddia ediyor, ne de olsa mahallemizin doktoru diye Rızayı yere göğe sığdıramıyordu.
Muhtar Fazlı, kızı Helimeyi verecekti Rızaya. İsterse evin altındaki dükkânı verirdi muayenehane diye. Bundan iyisi Şam’da kayısı… Hem kız, hem dükkân, böyle kayın babaya can kurban dedi muhtar.
Mahalleli Rızayı Şükrü ustanın kahvesinde karşıladı. Hep bir ağızdan hoş geldin doktor bey dediler. Rıza bozuntuya vermeden hoş bulduk dedi.
Kendisine gösterilen masaya oturdu. Muhtar sağ yanına, azalar sol yanına, diğerleri de uzun uzadıya oturdular.
Hoş sohbet ediyorlardı ki aşağı mahallenin Hüsmen ağası söze girip:
-Eee! Rıza de bakalım hele, dükkânı ne zaman açacaksın? Bizim hastalar yolunu gözlemekten helak oldu. Bu garibanlara bir çare bul da ben de rahat edeyim, onlarda dedi.
Kahvedekiler hep birden:
-He ya, bizimkilerde hasta… Valla seni beklerler. Deyince Rıza’nın yüzü kireç gibi kesildi.
Bir an duraksadı. Tüm bunlara bir cevap vermek icap ediyordu.
Boğazındaki gıcığı temizleyip:
-Hele bir dükkânı bulalım gerisi kolay deyiverdi.
Dükkân lafını duyan muhtar ortaya atılıp:
-Oğlum sana dükkân mı yok? Benim evin altı boş. Orayı bir haftada adam eder, muayenehaneye çeviririz alimallah dedi.
Muhtarın sözleri, kulağında yankılandı Rıza’nın.
Bu sefer diyecek bir şey bulamadı.
Az daha, durup müsaade istedi:
-Bana müsaade ağalar. Malum anamı görmedim daha. Onu da göreyim. Daha sonraki günlerde konuşuruz tüm bunları deyip kalktı.
Muhtar ve diğerleri hep bir ağızda:
-Müsaade senin doktor, dediler.
Bu doktor kelimesi boğazında bir yara gibi düğümleniyordu Rıza’nın. Ne bok yemeye yalan söylemişti. ‘’Amannn’’ Dedi kendi kendine. Su akar deresini bulurdu nasıl olsa. Dert edecek şey miydi şimdi bu?
Mahallesinde, anacığının yanında günler su gibi akıyordu. Bir an gazino fikri aklından çıkıvermişti. Kendini doktor edalarına epey kaptırmıştı. Burada bir saygınlığı olmuştu. Bir dediği iki edilmiyordu. Ne vardı şu muayenehaneyi açsa. Yalandan kim ölmüştü de…
Rıza’nın bu cesareti akıllara zarardı.
O günün haftasına muayenehane açıldı. Duvara sahte diploma asıldı. Sağına soluna da sus işareti yapan hemşire fotoğrafı da aslınca tam oldu.
O ay giden gelen hastanın haddi hesabı yoktu. Rıza ha bire kitap karıştırıyor, hastalıkla ilgili belgesellere bakıyor, ara ara komşu köyün hekimine danışıyordu.
Allahtan gelen hastalar öyle ölümcül neyim değildi. Bu sayede yırtıyordu Rıza.
Rıza mahallenin doktoru olarak bir yılını tamamlamıştı. Muhtar kızını Rızaya vermek için fırsat kolluyordu. Dediği gibi kızı Helime’yi Rızaya eş diye vermişti.
Rıza için her şey mükemmel gidiyordu.
Bir sabah muayenehanesinin kapısı kırılırcasına vuruldu. Yukarı mahalleden Hasan’dı bu. Kucağında hasta kızı Neriman vardı. Kızcağız öldü ölecek gibiydi.
Hasan Rızaya yalvararak:
-Gözünün yağını yiyeyim Rıza ağam. Kızım ölüyor. Bak bir çaresine. Diyerek çırpınıyor,dövünüyordu.
Rıza korku içindeydi. Eli ayağına dolandı. Ne yapacağını bilemiyordu. En sonunda tansiyon ölçmek aklına geldi. Tansiyonu da ölçtükten sonra yapacak bir şeyi kalmamıştı. Eli böğründe Hasana ve kıza bakakaldı. Kız birden ağırlaştı. Dakikasına gözlerini yumdu.
Sözün bittiği yerdi. Yalandan kim ölmüştü?
Ölmüştü işte kız ölmüştü.