Uzun, upuzun ve dar yolda yalpalayarak yürüyordum. Çalılıkların arasından kan ter içinde, pejmürde kılıklı bir adam önüme fırladı. Adamın üstü başı toz toprak içindeydi. Beni görünce afalladı. Durdu. Bir şeyler söylemek istedi, dili dönmedi. Laf aramızda ben de adamdan epey korktum. Ama bozuntuya vermedim. Olduğum yerde bir müddet durdum. O da durdu. Birbirimize baktık baktık…
Sessizliği adam bozdu:
‘’Buralı mısın?’’
‘’Yok’’
Sessizlik.
Uzaktan havlamakta olan köpek sesi…
Hayvanın sesini duyan adamın bir anda eli ayağına dolandı. Boynundan, alnından sicim gibi ter boşandı. Yüzü kıpkırmızı kesildi. Dili ağzına büyük geliyormuşçasına geveledi:
‘’Kudurdu, kudurdu, o kuduz’’ der gibi bir şeyler mırıldandı.
Kaçmak istedi. Pantolonunun paçası ayağına dolandı. Aniden yere kapaklandı. Ağzı burnu toza bulandı. Benden yardım dilenircesine sağ elini uzattı. Hiç düşünmeden onu yerden kaldırdım. Bana minnettar bir bakış fırlattıktan sonra sesin geldiği yere döndü. Sese bakılırsa köpek epey yaklaşmıştı.
Adam arkama geçip saklandı ve:
‘’Kurtar onu bu illetten!’’
Adamın sözlerine bir anlam verememişçesine yüzüne baktım. ‘’ne diyorsun’’ der gibi ellerimi oynattım.
Ben cevap beklerken köpek çoktan gelmiş hırlıyordu. Bir yandan hırlıyor bir yandan salyalarını sarktırtıyordu.
İkimizde korku dolu gözlerle köpeğe bakakaldık. O şekilde ne kadar kaldık bilinmez, kendimize geldiğimizde kollarımız, bacaklarımız ısırılmıştı. Ortalık kan revan içindeydi.
Adam acı bir çığlık kopardı. Ben kendi, acıma aldırmadan adamın kanayan kolunu tuttum. Pantolon paçalarımdan kopardığım kumaşları koluna sardım. Gözüm ayağımdaki diş izlerine takıldı. Şaşalamış haldeydim. Bir an kendimi toparladım. Gömleğimi çıkartıp, lime lime ettim. Elime gelen parçaları kanayan yerlerime doladım.
Adamın kolunu omzuma dolayıp yol boyunca yürüdüm. Bir müddet gittikten sonra adam yere yığıldı. Boğazından hırıltılı sesler geldi. Ağzı kan dolu torba gibiydi. Bir an kan kustu. Yerde debelendi. Gözleri yuvalarından çıktı. Ardından hırıltıyla son nefesini verdi.
Adamı o ıssız yerde bırakmaya gönlüm razı olmadı. Gücümün yettiğince cesedi taşıdım. Fakat benimde tahammülüm kalmadı. En son hatırladığım ayaklarımın bizi taşımadığıydı.
Epey zaman sonra gözlerimi açtım. Her yerde beyaz önlüklüler dolaşıyordu. Biri gelip yaralarıma baktı. Diğeri pansuman etti. Bir diğeri koluma kocaman bir iğne batırdı.
Malum geç kalındığı için ben kudurdum. Öyle böyle değil, bayağı kudurdum. Köpek kuduzmuş. Bende yerde uzun süre baygın kaldığımdan zehir vücuduma yayılmış. Şimdi siz haklı olarak kuduran insan nasıl olur diye soracaksınız bana. Bakın anlatayım:
Önce başıma dayanılmaz bir ağrı çöktü. Birkaç dakika kadar sürdü. Ardından ölmüş annem geldi. Yatağımın başucuna oturdu ve durmadan:
‘’Hadi oğlum, hadi paşam, evimize gidelim. Senin yerin benim yanım.’’ Diye sayıkladı da sayıkladı.
Bir an geldi; götür beni dedim.
Fakat ortada ne annem vardı ne de başka bir hayalet.
An geldi midem bulandı. An geldi kendi kusmuğumda boğuldum.
Öyle ki bazen kendimi şeytanla pazarlığa tutuşturdum.
Ve en nihayetinde yarı kötürüm, ise yaramaz bir halde, bi çare, dünyanın orta göbeğinde yapayalnız kalakaldım.
Gelin görün ki hayatım kör, kötürüm devam etmekte. Devam etmek zorunda…