Önünde uzanan uçsuz bucaksız ovaya baktı. Ayağının altındaki toprak susuzluktan çatlamış, boğucu sıcak her yer yeri kaplamıştı. Ellerini siper edip gözlerine, baktı bir süre ufka. Uzaklarda koyu mavi bir çizgi vardı sanki. Gökyüzünü yerden ayıran ince bir sınır. Sonra o koyuluk yukarılara çıktıkça açılmış, en tepede beyaza yakın bir renk almıştı. Kırk yıllık ömrünün sonuna yaklaştığını hissediyordu. Çatlakların arasından çıkan dev bir karınca önünden geçerek kaybolmuştu. Karıncanın böyle aceleyle nereye gitmiş olabileceğini düşündü. Başka bir çatlağa mı girmişti? Belki o da son nefesini vermek için buralara kadar yürümüştü. Bir labirent gibi olmalıydı karıncaya göre bütün bu yarıklar. Peki ya kendisi? Bir yapbozun parçası mıydı yoksa? Bir an, kaybolup giden karıncanın yerinde olmak istedi. Belki de karınca ta kendisiydi. Silinmek, yok olmaktı son arzusu.
Anılarını düşündü. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin… Hangisinin daha çok olduğunu merak etti. Son yıllarını hesaba katarsa iyi olmayanlar çok daha fazlaydı. Şimdi çok tuhaf geliyordu ona her şey. Güneşten kırılmış olta uçlarına takıldı gözü. Dikkatli baktığında ışıl ışıl parlayan fırdöndüler gördü kurumuş toprağın üzerinde. Öylece, hareketsiz duruyorlardı. Anılardan kopup düşmüştü her biri. Başka başka evlere, türlü sofralara konuk olmuşlardı. Şimdiyse son yolculuklarındaydılar. Burada her şeyin sonu gelmişti. Yürüdükçe kırılmış kaplumbağa kabukları görüyordu; olta kancaları, sandal parçaları, balık kemikleri… Burada daha önceden bir göl olduğuna dair birer işaret gibi bekliyorlardı. Onları gören son gözün kendi gözleri olabilme ihtimalini düşündü. Oysa kuşlar su içip dinlenirlerdi şimdi olmayan gölün kıyısında. Çocukken turnalara tutunup onlarla havalanmak isterdi. Adını bilmediği kuşlar geçerdi. Renklerine hayranlıkla bakardı bazı kuşların. Bir keresinde sazlıkların yanında otururken büyükçe bir kuş o kadar yaklaşmıştı ki sanki gözleriyle konuşmuşlardı. Kuş ona bir şeyler anlatmak ister gibi bakıyordu.
Önce serin rüzgâr yok olmuştu. Sonra gölün maviliği… Ardından balıkçılar terk etmişti burayı. Kıyıya vurmuştu çünkü tüm balıklar. Kuşlar da gitmişlerdi artık. İçecek bir damla su kalmamıştı. Bir lanet gelip çatmıştı yıllar önce. Her şey can çekişerek ölüp gitmişti bu lanetli topraklarda. Sonunda elde kalan ölü bir insanlıktı. El birliği ile bu toprakların mavi gözünü yok etmişlerdi.
Kavurucu güneş altında arkasına bakmadan yürüdü, yürüdü… Mavi çizgiye doğru… Ve o karınca gibi çatlaklara karıştı…