Mavi bavulunu sürükleye sürükleye ikinci perona doğru ağır adımlarla yürüdü. En az kendisi kadar ağır hareket eden yılların yorgunu Kurtalan Ekspresi’ni beklemeye başladı. Veznede, istasyon duvarlarını andıran taşlaşmış kadından Kütahya’ya bir bilet kestirmişti. Biletlere baktı, gülümsedi. Kafasını salladı sonra içindeki durdurulamaz acı ve ayrılık hissini dizginlemeye çalıştı. İstasyonda herkes bir hareketlilik içinde yaklaşan trene binmek için son hazırlıklarını yapıyordu. Kurtalan Ekspresi büyük bir gürültüyle istasyona girdi. Trene binmek için büyük bir yarış başlamıştı. Metin de hiç farkında olmadan o yarışa kendini kaptırdı. Güçlükle trene binebildi ve kendisini bir kompartımana atabilmek için büyük bavulunu sürükleyerek yürümeye başladı.
Kurtalan Ekspresi’nin kimi yerinde paslar oluşmuş, lastikleri pörsümüş eski kompartıman pencerelerinden bakmaya başladı. Yağlı ve yırtık koltukların olduğu bir kompartımandan içeri dalarak karşısındakilere:
-Boş mu burası? dedi.
İçeride yaşlı biçimsiz bir kadın ve kucağında bebeği olan genç bir kadın yan yana oturuyordu.
Yaşlı kadın, Metin’in ürkek tavırlarına cesaret vermek için:
Şu karşısı boş, buraya oturabilirsin, dedi.
Metin, yaşlı kadına bakarak süngerleri kumaşın yırtık yerinden dışarı fırlamış, tozlu kotluğa oturdu. Kompartıman penceresinden dışarı baktı. Almanlardan kalan görkemli istasyon binası yavaş yavaş görüntüden kaybolurken içinden sıyırmaya çalıştığı acıları bir daha derinden hissetti. Adeta mumdan gemisiyle acılar denizinden geçmeye çalışıyor bir türlü içinden atamadığı ateşle kavruluyordu. Bu ateş yolculuğunda mumdan gemisini yanıp tutuşturmamak için hayatın akışına kendisini bırakıyor ama yine de olmuyordu. Şehirden ayrılmak sevdiklerinden sonsuza dek ayrılmak anlamına geliyordu. Hâlbuki sevdiklerinin anısıyla kaynaşan bu mazi dolu şehri ne de çok sevmişti. Bu yolculuk onun için ateşler deniziydi. Şimdi karanlık sularda zifiri yalnızlıklarla acılar denizinde yol alıyordu. Sevdiklerinden ayrılmak onları bir daha görememek fikri topraklarına bir daha basamayacak olması beynini yiyip bitiriyordu. Bu düşüncelerden kurtulması gerekiyordu kendi kendine bu tren yolculuğu bitmez, dedi. Çünkü pencereden akıp giden manzara, manzara değil sanki sevdiklerinin güzel yüzüydü. Yeşil tarlalar, uzaktaki çam ağaçları, tepeler, patika yollar, tarlaların yüzünde uçan kırlangıçlar onu hep geride bıraktığı sevdiklerine götürüyor, içindeki yangın yüreğini kül ediyordu.
Yaşlı kadın tekrardan Metin’e döndü çok alakasız bir şekilde damdan düşer gibi:
-Oğlum bu gelin var ya bakma sen bunun şimdi başını kapattığına şimdi sildi daha dudağındaki ruju.
Oğlum, ben bir ay boyunca annesinin yanındaydım her bir şeyi yapıp şimdi Ereğli’ye gidiyor. Bu var ya bu bana ne zulümler etti.
Metin paslı trenin yorgun rayları ne kadar da duymuştur bu tür sözleri diye düşünürken genç kadına baktı. Genç gelin hiç mi hiç oralı olmuyor yüzündeki hafif alaycı bir gülümsemeyle etrafa bakınıyordu. Yaşlı kadın konuşuyor da konuşuyordu. Yok, gel gidelim Ereğli’ye demiş de gelin oralı olmamış küçük çocuğa hiç bakmamış hep kendisine bırakıp gitmiş. Gelince de çok konuşuyorsun kes sesini diyerek kendisini dövmüş.
Yaşlı kadın öyle bir tablo çiziyordu ki Metin duyduklarına inanamıyordu.
Duyduklarının doğru olup olmama ihtimaline karşı, geline göz ucuyla tekrar baktı. Genç kadın pencereye bakıyor bir yandan da çocuğunun üzerini düzeltip duruyordu. Kadının gözlerindeki derinlik yüzündeki yuvarlak hat hiç de ihtiyar kadının anlattıklarını desteklemiyordu. Tersine yumuşak bir yüreğe sahip olduğu hissini veriyordu. Ne eski Alman yapısı istasyonun duvarlarına ne de veznedeki kadının sevimsiz suratına benziyordu. Evet, biraz önce saçı açık dudağında ruj sokakta dolaşabilirdi ve bu onun yaşam tarzıydı diye düşündü. Herkesin yaşam tarzına saygı gösterilmesi gerekir diyecekken yaşadığı toplumun hiç de öyle bir hoşgörüye sahip olmadığını düşünerek dilinin ucuna gelen kelimeleri büyük bir sessizlik içinde yuttu.
Gelin kocasının memleketine giderken saçını kapatmış rujunu silmiş şalvarını giymişti. Bir yaşamdan başka bir yaşama geçmeye yeniden hazırlanıyordu. Fakat genç gelinin kafası o kadar karışıktı ki… Bu yandaki kaynanasına aldırmamak için sert ve kendinden emin duruyor ama mimikleri kafasının karışıklığını ele veriyordu. Yaşlı kadının hoyratça kendisini eleştirmesine aldırmıyor ne derse desin tavırları içinde kucağındaki çocuğuyla ilgileniyordu. Çukurova’nın içinden akan demir raylar öyle bir manzaranın içinden geçiyordu ki ressamları kıskandıracak güzellikte bir manzaraydı. İnsanlar dertlerin içinde boğulacakken dışarıdan su gibi akan manzara imdada yetişiyor onları ellerinden tutup hayata bağlıyordu.
Metin kompartımandaki hoyratlıktan da cesaret alarak geline döndü:
-Teyzeyi çok üzmüşsünüz; çok dertli, dedi.
Genç kadın Metin‘in gözündeki saflığa bakarak yumuşak ve samimi bir sesle:
-İnanma anlattıklarına hepsini kuruyor evet bu benim kaynanam fakat bu şekilde konuştukça insanı hayattan soğutuyor, dedi.
Bu gelin kaynana hikâyesine dair Metin‘in kafası iyice karışmıştı.
-Adın ne senin?
-Metin.
Şunu tutsana biraz diyerek elindeki bebeği Metin’e uzattı. Ağzında yalancı emzikle oyalanan küçük bebeği dikkatlice aldı. O zamana kadar kucağına hiç bebek almamış olan Metin, gülümseyerek bebeği sevmeye çalıştı.
Gelin, biraz olsun içini dökmenin rahatlığıyla konuşmasına devam etti.
-Bunun oğluyla evlendik işte daha doğrusu bizim mahallede boya işi yapıyordu ben de lisede sınıfta kalmıştım, kaçtım bunun oğluna. Ereğli’ye bu buruşuğun yanına yerleştik gördüğün gibi insana hiçbir yerde huzur vermiyor. İşin kötüsü oğlu da bazen buna uyuyor. Benim yetiştiğim ortama laf ediyor, aileme hakaretler yağdırıyor. Mahalledeki insanlar da bu buruşmuş kadından farklı değil. Adana’ya gelince de mahallemi yetiştiğim yeri özlemiş oluyorum, mahallemde kendimi buluyorum. İnsan gördüğü güzelliklerin gerisinde kalınca asıl o zaman bu dünyada zindanı yaşıyor, dedi.
Yaşlı kadın arada bir geline ters ters bakıyor, homurdanıyor ama araya girip de bir şey söyleyemiyordu. Bir gözüyle dışarı bakıyordu ama kulaklarını yandaki geline dikmiş tüm dikkatiyle onu dinliyordu.
Metin ise, genç kadının içindekileri her ayrıntısına kadar birden anlatmasına şaşırmış kalmıştı. O da yüreğindeki yangını ağzına geliveren acının tarifini yapıverse biraz olsun rahatlayacaktı ama bu ayrılığı ve topraklarından sökülüp atılmasını sevdiği insanlara bir daha kavuşamayacak olmasını nasıl dökebilirdi ki sözcüklere hele acılarını nasıl anlatabilirdi. Fakat genç kadının yaşadıkları ve daha anlatamadıkları bir teraziye konsa kadının içindeki katran karası daha ağır basardı.
Gelin, çok önceden tanıdığı bir okul arkadaşına rastlamış gibi buruk bir coşkuyla içindekileri anlatmaya devam etti.
Ailemin yanına dönemem onlar da zaten surat yapıp duruyor ,kendin ettin kendin buldun diyorlar. Hele babamın sitemkâr sessizliği… Bir yandan ailemin bir yandan da bu buruşuğun vicdansız tavrı beni çılgına çeviriyor bazen anlamsız bir mengeneye sıkıştığımı hissediyorum. Birden her şey anlamsızlaşıyor ama ne yapabilirim. Ailemin bana biraz olsun yumuşadığını bilsem Ereğli‘ye hiç dönmem, dedi.
Sonra bir iç çekti, çantasından bir sigara paketi çıkardı. Metin’e sigara kullanıyor musun diyerek paketi uzattı. Metin biraz önce kucağına aldığı bebeğe baktı ve utanarak:
-Kullanmıyorum çok teşekkür ederim, dedi.
Metin bir yandan küçük bebeği oynatıyor bir yandan da kadının dipsiz kuyuların bile duymak istemeyeceği dermansız dertlerini dinliyordu.
Kadın sigarasını bitirdikten sonra çok bunaldım bir elimi yüzümü yıkayacağım diyerek kalktı.
Metin elindeki bebeği yaşlı kadına uzattı kadın bir taşı alır gibi bebeği duygusuzca kucağına aldı.
Metin biraz hava almak için koridora çıktı. Manzaraya bakınca yine ayrıldığı topraklarda bıraktığı insanların gülen yüzlerini hatırladı. Tren ilerledikçe etle tırnak nasıl sökülürse şehrinden öylece sökülüyordu. Trenin demir raylarda kayan tekerleklerinin çıkardığı sesler ruhun bedenden ayrılırken verdiği acı seslere benziyordu. Sevdiklerinden ayrıydı, şimdi ise Kurtalan Ekspresi‘nin yüreği kapkara insanlarıyla baş başaydı.
Tren yalpalaya yalpalaya yol alırken bir bağırış çağırış içinde birden acı bir frenle durmaya çalışıyor tonlarca ağırlıkta olan bu demir yığını bir türlü duramıyordu. Herkes ayakta zor duruyor, bir yerlere tutunmaya çalışıyordu.
İnsanlarla dolu dar koridorda, bağrışmalar içinde yol almaya çalışan kondüktörün ağzından şu cümle dökülüverdi:
-Trenden bir kadın atlamış.
Metin bunu duyar duymaz boğazı birbirine yapışıp kaskatı kesilmişti. Bir ara kompartıman penceresinden zorlukla gördüğü yaşlı kadına bakabildi. Veznedeki kadının Alman taşına benzeyen suratı ve bu buruşuğun yüreği birbirine ne kadar benziyor diye düşündü. Yaşlı kadın elindeki bebeğe bir taşa bakar gibi bakıyor. Trenin durmasına aldırmıyor yanındaki nereye gitti diye hiç sormuyordu.
Metin ise trenden aşağı inip biraz önce trenin penceresinden akan resimlerin içinde kaybolmak istercesine tepelerden aşarak gözden kayboldu.