Kendime geldiğimde yüzümde güneşin sıcaklığını aradım, yukarıdaki kayısı ağacının yapraklarının hışırtısını duymayı, rüzgarın esintisini vücudumda hissetmeyi ama hiçbiri olmadı. Kız kardeşimin kokusunu da almıyorum, çok karanlık göremiyorum birkaç adım yürüdüm el yordamıyla onu arıyorum. Kendimi körebe oynuyormuş gibi hissediyorum. Gözlerimi bezle bağlamışlar, ellerimi ileri uzattım yürürken önümde biri var mı yok mu anlamak için yokluyorum. Yok burada değil. Kadın bizi odaya kapattı tamam da “Bibi Kon Kon nerede?” Paniğe kapılıyorum. Kalbim hızlı hızlı atıyor, korkuyorum, tir tir titriyorum. Başım başım müthiş zonkluyor. Sol gözümden alevler çıkıyor adeta. Yavaş yavaş karanlık dağılıyor. Burası kadını bizi geceleri koyduğu depo değil. Burası ne aydınlık ne karanlık loş. Kardeşimi fark ediyorum, yan kafeste. İçi parçalanırcasına öğürüyor, kusuyor hiç durmadan kusuyor. Ben o korkunç laboratuvardayım. Kozmetik maddelerin insanlara yan etkileri olup olmadığını anlamak için biz tavşanlar üzerinde çeşitli testler yapılıyor bu laboratuvarda. Kozmetik maddelerin zehirlilik, deri ve göz tahrişleri, deri alerjilerine yol açma, kalıtsal bozukluğa kansere sebep olma ihtimalleri bizler üzerinde deneniyor. Kız kardeşim Bibi Kon Kon’a bir madenin nekadar zehirli olduğunu belirlemek için “akut oral toksisite testi” yapıldı. Sonra da ben bu teste tabi tutulacaktım. İkimizin de ilk testiydi. Kardeşimin boğazına soktukları bir tüple ne olduğunu sonradan öğreneceğimiz kozmetik maddeyi yedirdiler. Korkunç bir şeydi. Benim ele avuca sığmaz, insanların kendisine dokunmasından hoşlanmayan asil ruhlu kardeşim boynunu kırmak pahasına ellerinden kurtulmak için mücadele etti. Onları ısırmaya çalıştı. Çığlıklar attı. Çok gururluydu. Ama gururu bir kenara bırakıp yalvardı, yakardı. Her şey boştu. İki izbandut gibi adam zavallı kardeşimin o narin karalı beyazlı kollarını bacaklarını yanlara açtı, başka bir adam kilitlediği ağzını parmaklarının defalarca ısırılmasına bana mısın demeden açtı. Tüpü soktu. Kardeşim, bir taneciğim üst üste kasıldı kasıldı. Zavallım öyle korkmuş ki hep kirletmiş olduğu yeri. Sonra bir kadın geldi. Saçları erkek gibi kesilmiş şefkat yoksunu. Biraz sevse, okşa tüylerini, ısıtsa. Ensesinden tuttu iki parmağının ucuyla götürdü bir tanemi. Sonra bana doğru geldiler. Mücadelenin faydasız olduğunu biliyorum. Ama kuzu kuzu da kaderime razı mı olucam? Şöyle bir erkek gibi bağırayım dedim. Onlara kolay lokma olmadığımı göstereyim. Bab ne korkusuz bir tavşanmış görsünler. Ağzımı açtım ne bağırması vızıltı bile çıkmadı. Üstüme geldiler. Ama hayır yapmayın istemiyorum, yok olmaz yapmayın lütfen. Debeleniyorum. Bağırmak istiyorum. Sesim çıkmıyor. Ağzımı açmıycam işte. Hadi bakalım zorla mı? Ama hayır hayır olmaz. Sonra bayılmışım.
İçim dışıma çıktı. Hah bu sefer tamam bitti nihayet diyorum, ama bahçeden gitmemize yakın o yağmurlu günde yağmurun durduğunu sanıp rahat bir nefes almamın hemen akabinde daha iri damlaların başımdan aşağı inmesi gibi bir bulantı dalgası yükseliyor içimde. Zavallı Bab hemen bayılmış. Oldum olası uysal, sakin mizaçlıydı zaten. Aslında keşke ben de bayılabilseydim. O işkenceyi çekmeyecektim o zaman. Zavallı kardeşim, nasıl da yalnız, çaresiz ve ürkek. Kimbilir bana ne kadar da ihtiyacı var? Keşke bahçedeki kafeste o günlerimizde olduğu gibi onu önüme oturtup ipek gibi yumuşacık gri beyaz tüylerini öpüp okşasam tıpkı önüne oturttuğu çocuğunun saçlarını sevgiyle tarayan anne gibi. Hepsi onun yüzünden. Ona hiçbir zaman güvenmedim zaten. İlk yağmurlar başlayana kadar baktı bize sonra sepetledi aldığı yere. Bab iyi niyetli iyi kalpli herkesi kendi gibi iyi sanan kardeşim sepetin içinde yolda PetShop’a yaklaşana kadar inanmadı kadının bizi bırakacağına. Öyle arkasını dönmüş önüne bakıyordu. “Hadi gel sepetin önüne oturup karşıya bakalım. Nereye gittiğimizi görürüz. Belki ben yanılıyorumdur. En azından gezinin tadını çıkarmış oluruz” dedim. Öyle sepetin önüne yerleştik. Kadın bizi yarım paketten fazla yemimizle sepetin içinde PetShop’ta bırakıp gitti. Bebekleri cami avlusuna bırakırlar. O da bizi sepetimizde bir çeşit çocuk yuvasına-hayvan çocuk yuvasına- bıraktı sanıyorduk. Bizi oradan hayvan tacirleri gelip aldı. Madem bize sadece yaz aylarında bakacaktın sonra Karşıyaka’ya dönmen gerekiyormuş öyleyse bizi neden aldın? Belki bizi ölene kadar yanında isteyecek birine gidecektik. Kaderimizle oynadı. Zaten en fazla on iki yıl yaşıyoruz. Evcil bir hayvan için hiç fena bir süre sayılmaz. Ailenin bir ferdi olurduk. Mutlu mesut yaşardık. Burada her gün korku filmlerinden fırlama sahneler çekiyoruz. Korku Odalarını aratmayan bir heyecan ve gerilim.
Biz tavşanlar geceleri aktifizdir, gündüzleri uyuruz. Burada gündüzleri çalışıyoruz, geceleri uyumamızı istiyorlar. Ama bu bizim doğamıza aykırı. Hemen hemen hiç uyumuyoruz. Nadiren uyuduğumuz zamanlarda da kabuslarla boğuşuyoruz. Ben epeyce bir uyuyamadan oturduktan sonra daldım kendimi bahçede kadının sol omzunda gördüm. Güneş bedenimi ısıtıyordu. Kulaklarımı arkaya yatırmıştım. Kadın gri beyaz tüylerimi yavaş yavaş şefkatle okşuyordu. Bambu kanepenin sol ucundaydı, yanında annesi de vardı. Annesinin kucağına vermek istedi beni, yaşlı kadın istemedi. “Bak” dedi kızı “Yumuşacık tüyleri var. Bak dokun ne kadar yumuşak” Annenin kuru kemikli eli incecik sırtımda ama hiç acıtmıyor onun da elinden şefkat akıyor. Hiç gitmese güneş, kararmasa hava. Sonra soğuk bir el ensemden yakalayıverdi beni. Rüyamın sonu. Havaya nafile tekmeler savurdum birkaç tane. Kadın birkaç kez beni omzuna yatırıp sevip okşamıştı, ikimiz de çok mutlu olmuştuk. Epeydir böyle güzel bir rüya görmedim diye düşünüyordum ki o korkunç aletin önüne geldik. Kullanılacak kozmetik ürünün (şampuan, rimel, göz farı gibi) insanın göz çevresine, gözüne yan etkilerinin olup olmadığını tespit için tavşanlar deneylere tabi tutuluyordu. Göz Tahriş Testinde sadece başımızı dışarıda bırakan aletlere sıkıştırılıyorduk. Yanyana birçok tavşan hepsi aletlerin içine sıkıştırılmış. Bibi Kon Kon’un bu teste tabi tutulmadığına seviniyordum, kurtulmak isterken boynu kırılarak ölen tavşanlar görmüştüm. Bibi Kon Kon da çok mücadele ederdi kuşkusuz. Başım dışarıda kalacak şekilde alete sıkıştırıldım. Gözümü ovuşturmamı ve kaşımamı önlemek için böyle yapıyorlardı. Ah Allahım sol gözüm olmasın ah lütfen sol gözüm olmasın. Ah hayır yine sol gözüm. Ah ah alt göz kapağım alt göz kapağım çekin elinizi çekin ah damlatıyorlar geliyor geliyor. Yürek paralayıcı çığlıklar atar, göz kapatılır. Ah bu ses benden mi geliyor? Benim sesim bu kadar yüksek çıkar mıymış? Allahım çok yanıyor çok acıyor. Birkaç dakika geçmiştir. Yine sol alt göz kapağı dışarı çekilir; oluşan çanağa şampuan damlatılır, korkunç çığlıkları duyulur Bab’ın. Gözü hemen kapatılır. Çığlık çığlığa sıkıştırıldığı aletten çıkarılıp kafesine götürülüp konur.
Zavallı kardeşim. Kahretsin elimden hiçbir şey gelmiyor. Bab Bab! Canım bak ben buradayım. Hemen yanındaki kafesteyim. Biliyorum çok acı çekiyorsun ama geçecek geçecek. Bab canım dinle beni. Hatırlıyor musun o yağmurda kafesin içine gazete sermişti kadın, gazete yağmurdan ıslanıp yumuşamıştı, biz de onu yemiştik. Ama daha ıslanmadan hayvanların üzerinde kimyasal maddelerin denenmesinin hayvan haklarına aykırı olduğunu, kaldırıldığını ve bunun yasalaştırıldığını okumuştuk. Gazetenin o kısımlarını yemeye de kıyamamıştık hatırladın değil mi? Hani Hayvan Hakları Savunucuları çok sevinmiş, yürüyüşler yapmış, slogan atmış, hayvanlar üzerinde denemeler yapan firmaların ürünlerini kullanmayalım diye konuşmuşlar. Yakında bizi buradan çıkaracaklar. Kurtulucaz. Bir sen bir ben değiliz ki kaç tane tavşan var. Yüzlerce. Belki başka böyle laboratuvarlarda var. Daha kimbilir kaç hayvancağız? Bizi unutamazlar. Ben de senin çığlıklarını hiç unutamıycam kardeşim. Artık nerede olursan ol görmesem de tanırım seni sesinden. Küçücük bir tavşancıktan nasıl böyle bir ses çıkar? Birkaç gün sonra Bab’ın sol gözündeki kızarıklık yoğunlaşmış şişme büyümüş. Haftasına gelmeden kanama başlamış, enfeksiyon kaptığından artık Bab’a göz tahriş testi yapılmamış. Dermal Toksisite Testi uygulanacakmış üzerinde.
Bir haftadır sol gözüm daha az ağrıyor ama görüşü de iyice bulanıklaştı. Ama ben Pollyannacılık oynuyorum iyi ki sağ gözüm var ve sağlam o olmasaydı halim nice olurdu diyorum. O şiddetli ağrıları çekmektense varsın bulanık göreyim dünyayı. Zaten benim dünyam korkunç. Her gün dehşete kapılacağım yeni şeyler oluyor. Bugün hamile bir kadının kullandığı kozmetik ürünün karnındaki bebeğin üzerindeki etkilerini anlamak için hamile bir tavşanı öldürüp karnından yavrularını çıkarıp incelediler. Bibi Kon Kon iki sefer daha akut oral toksisite testine gitti. Yedirdikleri madde rujmuş. Her ikisinde de kusmaktan helak oldu yine. İkincisinde hem üstten hem alttan iyice bitap düştü kardeşim.
Son toksisite testi mahvetti beni. İki gün kendime gelemedim. Asıl duyduklarımdı benim maneviyatımı çöküntüye uğratan. Gazetede okuduğum bir haber vardı hayvanların deneylerde kullanılmasıyla ilgili (Yağmurlu günde kafese serilen gazetede yazılanlar) Kozmetik maddelerin hayvanlar üzerinde test edilmesi AB Ülkelerinde yasaklanmış. Amerika’da böyle bir yasa yürürlükte değilmiş. Biz bu arada Amerikadaymışız onu da öğrendim. Çok değerli (!) bilim insanları konuşurlarken duydum.
Bugün dermal toksisite testi için gri-beyaz kürkümü tıraş ettiler. Başka bir deyişle sıfır numaraya vurdular. Aslında sırtımın her tarafına maddeyi sürmedikleri için için sadece sürecekleri yer kadarını da kazıyabilirlerdi. Ama bu naçizane fikrimi kendime sakladım tabi. Cesur bir tavşan olucam hiç korkmıycam demiştim ama sapır sapır titriyordum tıraş makinesini görünce ama bu sefer bayılmadım çok şükür çığlıklarımla ortalığı da inletmedim. Ama kürküm kazınırken gözyaşlarımı tutamadım. Onlarca tavşan kürksüz birbirine sokulmuş titreşiyorduk. İkinci Dünya Savaşında Toplama Kamplarındaki Yahudilere benzettim kendimi. Tam anlamıyla bir soykırım değilse bile yine de tavşan nesline bir tehdit söz konusu diye düşünüyordum. Halbuki o gün sırtıma diş macunu sürülürken aynı toplama kamplarında yapılan soykırım gibi burada tavşan soykırımı yapıldığını öğrendim. Toplama Kamplarında gaz odalarında toplu ölümlerle soykırım yapılırken burada %50 Öldürücü Doz Toksisite testiyle deneye dahil edilen tavşanların yarısı öldürülüyordu. Tavşanların %50’sini öldürecek konsantrasyonun belirlenmesi esas alındığından muazzam miktarlarda madde hayvanlara zorla yediriliyordu. Genellikle bu noktaya ulaşana dek hayvanlar şiddetli derecede hastalanıp yoğun acı çekiyorlardı. Deney sonucunu etkileyeceği düşünüldüğünden de ölmekte olan hayvanların acısına son verilmiyordu. Bunları bıdır bıdır tepemde anlattılar. Öyle bir dumur oldum ki ne yanma hissettim ne kaşıntı. Sonra tahriş olan yeri daha sonra olur da kaşırsam diye boyunluk taktılar. Bazılarımızı da hareket edemeyecekleri kutucuklara yerleştirdiler. Sonra kafese.
Bibi Kon Kon’a akut oral toksisite testinin sonraki seanslarında artık ruj yedirmediler, kozmetik ürün bileşenini oluşturan başka maddeleri yedirdiler. Bibi Kon Kon yine karşı koydu, direndi, onlara vakit kaybettirdi ama sonunda yine yedi çaresiz zehirli maddeleri.
Standart Testler on dört gün süreyle uygulanıyormuş. Daha on gün var. Nasıl dayanıcam? Felç geçirenler oluyor sonra uyutuyorlar onları. İç kanama yüzünden ölenler de var. Yani bunlarda hiç akıl yok mu? Bunların bizi zehirleyeceği besbelli. Bizim besin maddelerimizle alakaları yok ki. Hepsini vücudumuz reddediyor bizim genetiğimize uygun değil, yabancı kabul etmiyor. Hayır yani öldürmek istiyorlarsa bizi topluca uyutsunlar böyle acı çektirerek işkenceyle yazık günah.
Sol gözüm hiç görmüyor. Bir gözüm artık kör. Aynı yere üçüncü kez diş macunu sürdüler iyice kabarmıştı zaten, gözüm kadar olmasa da yani eskiden gözümün olduğu kadar olmasa da yanıyor artık.
Laboratuvar Tavşanları burası için çalışan bir tavşan üretim çiftliğinden geliyormuş. Tevekkeli değil sürekli bir sirkülasyon var. Dışarıdan hayvan tacirleriyle alınmayla olacak iş değil. Ne acı. Denek olmak için dünyaya geliyorlar. Sütten kesilir kesilmez laboratuvara. Anneleri babaları denekti. Kardeşleri denek. Çocukları da denek olacak. Korkunç bir şey, biz en azından dört beş ay dışarıdaydık. Hayvanlar yerine bir sürü alternatif deney yöntemi varmış. Doku ve organ kültürleri, kadavralar kullanılabilirmiş. Eytex adı verilen sentetik bir madde üzerinde testler olumlu sonuçlar vermiş. Hem hayvan deneylerinden daha ucuzmuş. Yapay Deri Teknolojisi dermatolojik testlerde filtre olarak kullanılarak ürünün ne kadarının kana geçtiğini bulabilirmiş. Bunu Bab’a seanstan dönünce söylemeliyim. Zavallı kardeşimin sırtı cılk yara oldu, ısrarla aynı yere diş macununu sürmeye devam ediyorlar bağırta bağırta. Tüyleri çıkmaya başladı. Aman ha bu bir başkaldırı itaatsizlik örneği, hemen sıfır numara.
Artık Bibi Kon Kon’un kaçıncı toksisitesi saymayı bıraktım. Ama çok zayıfladı, çöktü güzel kardeşim. Alttan üstten gittiğinden yediği içtiği de durmuyor ki. Nihayet yaram kabuk tuttu. Şimdi güneş koruyucusu sürüyorlar tabii sırtımın öbür tarafına. Ama bu sefer kutuya sıkıştırıyorlar beni.
Standart Testlerin tamamlanmasına bunu saymazsak bir seans kaldı. Peki sonra ne olacak? Ben kendimi boşluğa düşmüş gibi hissederim. Hemen önüme yeni bir proje koymalılar. Yüzde Elli Öldürücü Doz Testi olsun lütfen. Aşağısı kurtarmaz, yakışık almaz diil mi ama? On üçüncü test. On üç uğursuz sayı bazı inanışlara göre. İsa’nın Son Yemeği. Havarileriyle yemek masasında on üç kişiymişler. Kimbilir belki benim de son yemeğim. Menümde neler var acaba? Ne gibi güzide zehirli maddeler hazırladınız bana? O son iki menüdeki o genzimi parçalayan şey çok iyiydi, zannedersem çamaşır suyu. Ağzımın içini yapış yapış yapan bir şey vardı, sevmedim onu. Biraz da krem rica edicem, klorağın yaktığı genzimi yumuşatması için. Aaa tabi aseton olmalı muhakkak, hanımeli çok güzel olur ama çok yumuşak kalır, şöyle sert bir şey lazım. Sek olsun, çiçeksiz. İlk gözağrım rujsuz hiçbir yere çıkmam. Issız bir laboratuvara düşsem yanıma alacağım üç şeyden biri ruj, öbürü boğazıma yerleştirmek için tüp, plastik leğen içine kusmak ve sıçmak için. Kasılmalardan önce son hatırladığı bahçede beş on dakika gezindiği o öğleden sonraydı.
Ah Bibi Kon Kon da görebilseydi, onun ölüm haberini aldığımız günün akşamüstünde geldiler Adliye’den, Emniyet’ten, Hayvan Hakları Derneğinden. Çıkardılar bizi, kapattılar laboratuvarı. Birkaç saat önce gelebilselerdi keşke ya da dün. Olabilecek en hızlı şekilde hareket ettiklerini öğreniyoruz. Bütün tavşanlar cıvıl cıvıl sesler çıkarıyorlar. Ürkek ve temkinliyiz ama kurtulduk çok şükür. Dernekten gelenler bizi sarıp sarmalıyor sevip okşuyorlar. Bir süre Rehabilite Merkezinde kalacakmışız. Kafes filan yokmuş. Açık hava, yeşil alan, taze sebze harika!.. ABD Kongresi Teknoloji Değerlendirme Dairesi, her yıl birkaç milyon hayvanın kozmetik ürünlerin üzerlerinde denendiği bu testlerde can çekişerek ölmekte olduğunu açıklamış