Dil; insanların, duygularını, düşüncelerini ifade etmeleri için kelimeler ya da işaretler yardımıyla yaptıkları anlaşmadır ve diğer insanlarla iletişimi sağlar. ‘Dil’ sözcüğünün eş anlamlısı ‘lisan’ sözcüğüdür.
Literatürde dilin sözcük anlamı her ne kadar bu kadar kısa cümlelerle anlatılsa da hayatımızdaki yeri oldukça büyüktür. Doğduğumuz anda başlayan agu uguların çevremizdeki ebeveynlerimizin kullandığı dile dönüşmesi, kendimizi ifade edebilmemizin, derdimizi anlatabilmemizin en önemli unsuru dildir ve dil yaşayan bir canlıdır. Her dil doğar, gelişir, değişikliğe uğrar ve bazı sözcükleri yok olarak kullanılmamaya başlar. Hatta dünya üzerinde toplumlarıyla birlikte var olup sonradan o toplumun yok olmasıyla unutulmuş diller de vardır. Dolayısıyla kullanılmayan dil de tıpkı diğer canlılar gibi sonuçta ölür.
Dil canlı bir varlık mıdır, sorusu tarih boyunca tartışıldı ve tartışılacak. Ancak; dilin sürekli değişmesi, dönüşmesi, üremesi, yok olması yani ölmesi ve toplulukları etkilemesi, toplumlardan etkilenmesi dilin canlı bir varlık olduğunun göstergesidir. Dilin insanların düşünce sınırları içerisinde sürekli değiştiğini görmezden gelemeyiz. Tıpkı insanlar gibi sürekli üretim ve üreme halinde olan dilin içerisinden o güne kadar hiç kullanılmamış sayısız sözcüklerle sayısız cümleler doğar. Bu bile dilin canlı bir varlık olduğunun en önemli kanıtıdır. Ve bir dilin yeterince konuşanı yoksa gelecek kuşaklara aktarılması oldukça zordur. İşte tam da bu noktada birçok dil tıpkı canlılar gibi ölümle karşı karşıya kalır.
Türk Dil Kurumu dili; toplum paydaşları arasındaki sosyal ve millî bir anlaşma olarak tanımlamaktadır. Dilin varlığı ve gelişimi o dile ait olan edebiyatı da doğrudan etkiler. Zengin bir dil yapısına sahip olan ülkelerin edebiyatları da zengindir. O dilde yazılan eserler zevkle okunur ve geleceğe kalır.
Dilini kaybeden bir millet, tarihini, belleğini, benliğini hatta inancını kaybeder. Ne yazık ki iletişim araçlarının oldukça üst düzeye çıktığı çağımızda, sosyal medya dili, gençlerimizin arasındaki iletişim dili görünür bir şekilde erozyona uğramış gibi görünmektedir. Gereksiz kısaltmaların, aralarına serpiştirilen yabancı kelimelerin, bozuk cümlelerin giderek olağan bir hal aldığı açıktır Dilimizi kısırlaştıran, nesiller arasındaki iletişimi yok eden; Türkçe’den ziyade karmakarışık bir dil yaratan, bozuk bir lisan görülmeye başladığını görmezden gelmek olası değildir. Bunun içindir ki özellikle edebi metin üretenlerin metinlerde dilimizi korumaya, yaşatmaya, üretmeye yönelik çalışmalar yapmaları gerektiğine inanıyorum. Kendi adıma bir şey söylemem gerekirse; bunu seve seve yapmaya çalışıyorum. Çünkü yazı dilimizi gelecek kuşaklara aktaracak en önemli unsur edebiyattır. Tıpkı ayak izlerini takip ettiğimiz ustalarımız gibi bizler de kültürümüzü, tarihimizi, dönem geçişini bizden sonrakilere aktarmakla mükellefiz diye düşünüyorum. Ve bu inançla kurgu metinlerimin satır aralarına yaşadığım dönemin tarihsel olaylarını sıkıştırıp bolca atasözleri ve deyimler kullanıyorum,
Atasözleri ve deyimler konusuna gelince, yeni neslin bu anlamda oldukça zayıf olduklarını birebir görenlerdenim. Atasözleri ve deyimler dilimizin zenginliğidir. Atalarımızdan bize kadar gelmiş en büyük mirasımızdır. Biz eli kalem tutanlar bu zengin mirasımıza sahip çıkıp gelecek kuşaklara aktarmazsak ne yazık ki geçmişte ölümle sonuçlanmış başka diller gibi biz de Türkçemizi ölüme terk etmiş oluruz.
Konuşma dilinde her ne kadar farklılıklar olsa da yazı dili bir ülkenin her tarafında aynı kalmalıdır. Örneğin trafik kurallarının olmadığı bir ülke düşünelim. Böyle bir ülkede herkes canının istediği gibi, canının istediği yoldan gitmek istese tahmin edebileceğimiz gibi trafik arapsaçına döner ve kilitlenir. Sonuç olarak ulaşımda trafik kuralları nasıl ki olmazsa olmazımızsa, dilimizin de aynı şekilde çeşitli kurallarla belirlenmiş kodlaması olmazsa olmazımızdır. İmla kuralları ve noktalama işaretleri de dilimizi kontrol altına almak için var olmuştur. Bu kuralların olmadığını düşünmek bile istemem. Noktalar, virgüller, soru işaretleri olmasa, imla kuralları olmasa özellikle yazı dilimiz birbirine karışmış kargacık burgacık karalamadan ileri gidemez sanırım. Dolayısıyla gerek ülke içinde gerekse ülke dışında kendi dilimize has kurallar çerçevesinde belirlenmiş dilimize sahip çıkmazsak, içeride ve dışarıda bir dilimiz olduğu savını yeterince haykıramayız.
Konfüçyüs, dilin önemiyle ilgili şöyle demiş. “Bir ülkenin yönetimini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez. Düşünce iyi ifade edilemezse, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Görev ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde âdet, kural ve kültür bozulur. Âdet, kural ve kültür bozulursa, adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte, bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”
Dilimizde ciddi devrimler yapan Atatürk ise dilin önemini şu sözlerle anlatır; Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
Bir Kafkas özdeyişi ise söyle der; Dil bir ulusun aynasıdır. Bu aynaya baktığımız zaman orada kendimizin gerçek yankısını görürüz.
Schiller de Kafkas özdeyişine benzer olarak; “Dil, bir ulusun aynasıdır” der.
Daha önce de dediğim gibi yeni nesille birlikte bırakın konuşma dilini yazı dili de oldukça erozyona uğradı. By, ok, slm, nhbr, mrb, cnm, kib, mck… gibi gibi pek çok kısaltılmış sözcüklerle yazışmayan adeta alaya alınır oldu. Hiç unutmam küçük kızım üniversitedeyken beni tiye alırdı. “Annem ya! Senin mesajlarını arkadaşlarıma gösteriyorum da gülüyorlar. Noktasından, virgülüne üşenmeden yazıyorsun ya…”
Sosyal medya yazışmalarının yanı sıra dilimizin yok olmasına yol açacak en az onlar kadar tehlikeli bir şey daha var ki o da şu meşhur tabela kirliliği. Ramada Plaza İstanbul City Center, King Oto Care, Dentis City Center, Antiaging-Dermavita Sağlık Hizmetleri, Crowne Plaza, Airlines, Clup Resort Atlantis, HospitalTürk, Plaza Premium, Clup Resort Atlantis Jolly, Coiffeur Mabelle, Zipcar Rent a Car, Daildrive Rent a car. Gızıa Nişantaşı, Room, Knitss Nişantaşı, Jasmine, Mybestfrıends Showroom, Discrete, Rue, Brandroom, Bej Fine Factory, Fistan by A Boutique, Wish Store, V2K Desingners… Örneklerden de anladığımız üzere sokaklarımızda, caddelerimizde sanki Türkiye sınırları içinde değil de yabancı bir ülkede yaşar hale geldik. İlk bakışta ‘e ne olmuş yani bunlarla dilimiz mi ölecek’ gibi düşünenler olabilir. Bence ölür. Bir gün bir bakmışız ki bu Türkçe olmayan sözcükler halka mal olmuş ve insanlar artık bu sözcükleri kullanıyor halde bulabiliriz kendimizi. Örneğin ‘hastane’ sözcüğü kullanılmadığı için unutulup ‘hospital’ yerine kurulmuş olabilir. ‘Dişçi’ sözcüğü ölüp onun yerini ‘dentis’ sözcüğü almış olabilir.
“Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Mustafa Kemal Atatürk
Dilimizi erozyona uğratan bir sorun daha var ki belki en başta dilimizin yok olmasına neden olacak olan etken bu denebilir. Bu da beyaz yakalılarda görülen dil sorunu. (Hepsi ya da çoğu gibi bir genelleme yapmak istemem ama daha yumuşak bir şekilde bazıları diyebilirim.) Bazı beyaz yakalılar gerek konuşma dillerinin ve gerekse yazı dillerinin içinde bolca yabancı sözcük kullanıyorlar. Kullandıkları birçok sözcüğün Türkçe karşılığı olduğu halde, onlar yabancı sözcüklerle konuşmayı tercih ediyorlar. Bu olağan gibi görünen eylem sonunda insanlar, konunun otoritesi olarak gördükleri o kişinin sözcüklerini benimsiyorlar. Görüldüğü gibi bence bu alanda çalışanların da dilimizi yaşatmak adına özen göstermeleri gerekiyor. Örneğin; ‘sürrealizm’ sözcüğünün Türkçe’de ‘gerçeküstücülük’ olarak çok net bir karşılığı varken ille ki dilimize Fransızca bir sözcüğü yerleştirmeye çalışmaktaki direnci anlamakta zorluk çekiyorum.
Uzun sözün kısası dilimiz olmazsa olmazımız ve kimliğimizdir. Dilimiz yaşayan canlı bir varlıktır. Dilimizi erozyona uğratmadan; üretmek, geliştirmek ve ölümsüzleştirmek için duyarlı davranıp üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirmeliyiz.
Dilimizin nice nice asırlarda, nice nice Türkçe sözcüklerle yaşaması dileklerimle esen kalınız.