Birkaç saat önce
Uzun saçlı adam kafasını bir anlığına yanındaki kadına çevirdi.
“Çok güzelsin.”
“Hayır!” dedi kadın. Hareketsizdi ve bakışlarını yoldan ayırmıyordu. “Eskisi kadar değil!”
“Kendine haksızlık etme.”
“Gerçekleri göremiyorsun!”
“Benim gerçeğim sensin Melisa ve tekrar aynı konuya dönmeyelim lütfen.”
Siyah Ford hızlandı. Kadının dizinin üzerindeki eli kaydı ve koltuğa düştü. “Fırat anlamıyorsun. Benim yerim artık senin yanın değil!”
Adam bu sefer kadının yüzüne bakmadı. Sessizleşti… Ellerini saçlarında gezdirdi. Önlerinde uzanan dümdüz yolun sonu görünmüyordu. Direksiyonu tutmasa da olurdu…
“Hayır, böyle söyleme sevgilim! Seni asla bırakmam.” dedi. “Asla!” diye düşündü.
“Sonsuza kadar…”
“Fırat! Bu oyuna bir son vermelisin. Önünde sonunda birisi beni fark edecek.”
“Yapamam diyorum, yapamam!”
Kadının bakışları hâlâ yoldaydı ve gözlerini hiç kırpmıyordu. Arada bir başı öne arkaya sallanıyordu. “Geleceğini düşün, kariyerini, işini, değer verdiğin insanları… Hakkında ne düşünecekler?”
“Umurumda değil!” diye çıkıştı adam. Umurunda değildi. Ne işi ne kariyeri ne de diğerleri. Hiçbiri ondan önemli değildi. Tüm kâinat bile…
Teybe dokundu. “En sevdiğin şarkı. Hadi sevgilim rahatla artık!”
Sonra da kadının yüzüne dokundu. Şarkının sözleri rüzgâra meydan okumaya çalışıyordu. “Carpe diem…”
“Rahatlayamam.” dedi kadın. “Eskisi gibi olamayız. Parmakların saçlarımdayken kalbim eskisi gibi çarpmıyor, o heyecanı hissetmiyorum. Anla Fırat, kabullen ve beni ait olduğum yere götür!”
Kabullen ve beni ait olduğum yere götür…
Bu kelimeler adamın beyninde birkaç kez yankılandı ve gerçek, hızla fırlatılan bir bilye gibi kafatasının içinde sağa sola çarptı, durana kadar devam etti. Durduğunda ise adamın yüzünde acıdan bir iz bıraktı…
İkisi de derin bir sessizliğe gömüldüler. Dakikalarca hiç konuşan olmadı. Arabadaki şarkı da sustu. İki yanı dev arazilerle dolu olan yol da sessizdi. Gökyüzünde uçan kuşlarda…
Sessizlik bile fısıltılıydı…
Sanki dünyada yalnızca onlar kalmıştı.
Siyah Ford, uzun saçlı adam ve güzel sevgilisi…
Siyah Ford, bir benzin istasyonun önünde durdu. İstasyon devasa düzlükleri ortadan ikiye bölen otoyolun kenarına ışınlanmış gibiydi. Bitişikteki restoran da öyleydi…
Sevgilisinin yüzüne konmaya çalışan sineği hızlıca savuşturdu.
“Bir şey istiyor musun sevgilim?”
“Şaka mı yapıyorsun” dedi kadın, sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu.
Gerçek bir kez daha adamın zihnini parçalarken yüzünde acıdan bir iz daha bıraktı. Kim bilir kaçıncı izdi… Sevgilisine bakarken dudağını ısırdı. Gözyaşını engellemenin etkili bir yoluydu bu. Dişleri de dudağında bir iz bıraktı…
Kadının sesi gibi yüzü ve bakışları da soğuktu. Adamınsa sıcak. Kalbini yakan acı da öyleydi.
Sıcak ve dayanılmaz…
Uzun saçlı adam koltuğuna tekrar yerleşirken elindeki paketlerden birini kadının önüne bıraktı. “En azından tadına bakmalısın!”
Kadın cevap vermedi.
“Tamam, nasıl istersen…”
Açlığını giderdikten sonra arabayı çalıştırdı adam, Siyah Ford hareket ederken “sunroof”u açtı. Rüzgâr, içerideki kötü havayı kendisiyle beraber sürükledi ama koltuklara sinen ağır koku için bir şey yapamadı. Adam için sorun yoktu. İki haftadır yoldaydı ve artık kokuyu hissetmiyordu.
İnsan zamanla herşeye alışıyordu.
Uzun süredir ölüm sessizliğine bürünmüş olan kadın konuştu. “Sıkıldım Fırat! Bu yolculuk ıstıraba dönüşmeye başladı.”
Adam kafasını kadına çevirdi. Kısa bir an diğerlerine göre daha farklı bir ifadeyle baktı ona… Sanki bu dünyaya ait olmayan bir yaratık aniden yan koltuğa düşüvermişti.
“Beni bırak Fırat, yalvarıyorum! Kendine zarar veriyorsun.”
“Beni bırak, beni bırak, beni bırak!”
Asıl ıstırap veren buydu. Ayrılmaz bir bağ kurduğunuz, vücudunuzun en hayati organı haline gelen birinden duyduğunuz bu sözcükler…
Hem de kendisi gibi bir yazarın bile kelimelere dökemeyeceği bir ıstırap…
Henüz insanlık tarafından tarifi keşfedilememiş yeni bir acı…
Acı, kötü huylu bir kanser hücresi gibi tüm bedenini sararken yaşamın ne kadar büyük bir ironi olduğunu düşündü adam, Fırat ya da ünlü yazar Fırat Demir.
Şimdi…
Gün sona ermiş ve güneş, siyah Ford’un, uzun saçlı adamın ve sessiz sevgilisinin üzerinden ışıklarını çekmişti.
Adam da sevgilisi gibi sessizliğe gömülmüştü. Saatlerdir tek konuşan arabanın içindeki teypti. Onun da tek söylediği, Carpe diem’di…
Şarkı belki bininci kez kendini tekrarlıyordu.
Issız yola çöken karanlık da onlarla yol aldı. Görünmeyen arazilerden yükselen köpek ulumaları da arada bir “Carpe diem”e eşlik etti.
Bir şey daha vardı arabada olan, sessizlik ve karanlıkla beslenen.
Acı… Istırap ya da ya da…
“Işıklar!” dedi kadın.
Adam hiçbir şey görmedi, duymadı da…
İçinde bulunduğu çaresizlik, zihninin mantıklı düşünen kısmını ele geçirmişti.
“Işıklar… Buraya kadar Fırat, bitti artık!”
Henüz fark etti adam… İlerideki polis arabasını ve üzerinde yanıp sönen ışıkları. Kontrol noktasından geçeceklerdi ve sonra…
“Hayır!” dedi. “Seni onlara vermeyeceğim.”
Sertçe frene bastı, lastikler gün boyunca ısınan asfaltta kaydı ve küçük bir çocuğun bile arabadan çıktığını bildiği o tanıdık sesleri çıkardı.
Kadın, “Bunu kendine yapma Fırat!” derken siyah Ford hızla geriye doğru gitmeye başladı.
Bir müddet sonra aniden durdu ve otoyola ince bir damar gibi birleşen dar yola saptı ve tekerlekler hızla dönerek devam etti.
İki dakika sonra iki polis arabası da aynı yola girdiler.
Arabalardan yükselen sesler karanlık gecenin içine doluyordu. Tıpkı, ölmekte olan bir vücudu tekrar hayata döndüren kalbin ritmik sesleri gibi…
Siyah Ford toprak yolda süratle ilerliyordu.
Yol, dar ve engebeliydi. Aracın içindeki bedenler her beş saniyede bir öne arkaya sallanıyor, teypten yükselen melodiyle sanatsal bir bağ kuruyorlardı.
“Carpe diem!”
Uzun saçlı adamın uzun saçları arada bir yüzüne düşüyor, görüşünü engelliyordu.
Bu zorlu kaçışın beşinci dakikasında siyah Ford yavaşladı.
Adam ikiye ayrılan yollardan hangisine gireceğine önce karar veremedi.
Sonra sağdaki yola saptı. Mantık ve analizden uzak, tamamen sezgisel bir seçimdi bu…
Siyah Ford yola girerken, farları paslanmış bir levhanın üzerinde parlamıştı. “… GÖLÜ”
Polis araçlarının sesleri giderek yaklaşırken, uzun saçlı adam bedenini saran panik duygusunun arttığını hissediyordu.
Kafası öne doğru düşmüş olan kadın ise hiçbir şey hissetmiyordu, ne korku ne panik ne heyecan ne de ne de hiçbir şey…
Adam gaza sonuna kadar yüklendi. Şimdi bir köprünün üzerindeydiler. Dolunayın ışığı altlarındaki gölün üzerine düşüyordu.
Kafasını bir anlığına kadına çevirdi adam.
Tekrar önüne döndüğü anda…
İşte ne olduysa o anda oldu!
Dengesizce giden aracın ön camına bir şey çarptı. Kuş olabilirdi, ya da herhangi bir cisim…
Adam direksiyon hakimiyetini kaybetti.
Ve araç köprünün korumalıklarını parçalayarak göle uçtu…
Geçmiş…
Fırat Demir ve sevgilisi Melisa için güzel bir gündü ve mutluydular.
Yaşama meydan okuyan aşkları, hayatlarının da anlamıydı…
Fırat yavaşça gaza dokundu, bir parmağıyla da teybe. Melisa’nın en sevdiği şarkı: Carpe diem.
Siyah Ford hareket etti…
Fırat elini sevgilisinin elinden ayırdı ve saçlarına doğru götürdü. “Zayıf duygularıma dokunuyorsun.”
İçtenlikle tebessüm etti Melisa. “Bana değil canım, önüne bakmalısın!”
“Sen yanımda olduğun sürece bu imkânsız!” dedi Fırat. “Bir öpücükten sonra belki… “
Sevgilisinin kendisine uzattığı dudaklara küçük bir öpücük kondurduğu sırada büyük bir gürültüyle sarsıldılar.
Şimdi…
Ön farlardan uzanan ışıklar gölün karanlığında, eşit hızda dibe doğru inen iki dalgıcın el fenerleri gibi dalgalanıyor; balıklar bir görünüp bir kayboluyordu. Siyah Ford on beş metre derinliğe ulaştığında Fırat Demir gözünü açtı. Alnını bir yerlere çarpmış olmalıydı, dişlerinin arasından sızan kan boğazında bakırımsı bir tat bırakmıştı.
“Neler oluyor? “diye düşündü. “Neredeyiz?”
Ve sonra acı gerçeği fark etti…
“Sunroof” u ne zaman kapattığını hatırlayamadı. Polisler peşlerine takıldığında kapatmış olmalıydı. Bu detay, içinde bulunduğu duruma bakılırsa gereksizdi…
Tamamen ayıldığında uzun zamandır zihnini esir alan hastalıklı düşünceden de kurtulmaya başlamıştı.
Yanında oturan kadın ise artık pek yanında sayılmazdı… Çarpmanın etkisi ile vücuduna baskı yapan emniyet kemeri onu ikiye ayırmış, kadının bacakları koltuğa gövdesi ise adamın üzerine düşmüştü. Çürüyen iç organları arabanın her yanına dağılmıştı.
“Nasıl bu hale gelebildim…” diye düşündü yazar Fırat Demir.
“Bir insanın ölümünü kabullenmek bu kadar mı zor?
Ve ölüsünden ayrılmak…”
İçini kâbus gibi saran bir pişmanlıkla kadının çürüyen yüzüne baktı. Bunu ona nasıl yapabilmişti? Bir insan iki kez ölemezdi, ama Fırat Demir sevgilisinin ikinci kez ölmesine neden olmuştu. Kendisinin hafif sıyrıklarla kurtulduğu kazada hayatını kaybeden sevgilisiyle sonunu kendisinin de bilmediği bir yolculuğa çıkmıştı…
Siyah Ford gömülmeye devam ederken, zaten çatlak olan cam, suyun basıncına daha fazla dayanamadı ve içe doğru patladı. Aynı anda aracın içindeki ışık da söndü. Carpe diem de…
Karanlık.
Soğuk.
Acı.
Yitirilmişlik.
Yaklaşan son…
Emniyet kemerinin arkasında öylece kalan Fırat Demir, buz gibi su bedenini sararken çırpınamadı bile.
Ölüm yalnızca birkaç saniye uzağında iken insan ne düşünürdü bilinemez ama Fırat, Tanrı’yı düşünüyordu.
Yaşamı boyunca inanmadığı, tanımını dahi yapamadığı Tanrı’yı…
Sonsuz merhameti olan bir Tanrı’yı…
Nefesini tutmaya başladığında müthiş bir hezeyana kapıldı. Sanki bedeni, var olduğundan beri karanlığın ve suyun içinde, geride bıraktığı hayatı ise öte bir hayalden ibaretti…
On saniye sonra mantığının kabul edemediği ama şiddetle arzuladığı o tanrıdan yardım diledi. Fizik yasalarında anlık bir değişim olamaz mıydı?
Ya da bir mucize.
Nefessiz geçen yirmi saniye sonunda mucize gelmedi…
Otuz saniye sonunda fizik yasaları da değişmedi. Yer çekimi ve su basıncı vardı.
Fırat Demir kırkıncı saniyede, olmayan ve olmasını istediği Tanrı’ya lanetler yağdırdı. İki saniye sonra da daha fazla dayanamadı ve ağzını açtı. Su doldu…
Göğsünde inanılmaz bir acı hissetti. Kanındaki oksijen azalırken, huzur ve dinginlik yerine şu an kendisine ölümden de beter acı veren bir duyguya kapıldı. Kafasının derinliklerine çöken son kimyasal kırıntılarla zamanı geri almayı başardı. Kafeden çıktı, genç hayranıyla konuştu, sevgilisiyle arabaya bindiler.
“Neden bekliyorsun?” diye sordu kadın.
Önce önlerinden geçen öfkeli otobüse, sonra kadının gözlerine baktı.
“Yaşamak için güzel bir gün!”
Bunlar ölmekte olan adamın son düşünceleri oldu.
Ve Fırat Demir insanlık tarafından değiştirilmesi mümkün olmayan yasaya uydu.
Bütünlüğe karıştı…
Siyah Ford gölün derinliklerinde kayboldu.
Geride sadece gerçeğin katılığı kaldı…
Karanlık bir nedenin trajik bir sonucu…