Serçeyi bilmeyen var mıdır acaba dünyada?Hani şu evlerimizin çatılarına ve duvar boşluklarına yuva yapan, sofra beziyle silkelediğimiz yemek artıklarıyla beslenmeyi seven, insanoğlunun yakınlarında olan, buna rağmen yabani olan, hep yabani kalacak olan, daha çok kahverengi, az da olsa siyah renk taşıyan o kuşlar. Minik kuşlar. Miniktir o kuşlar. Ellerimizin en küçük parmağına isminin verilmesine sebep olan kuşlar.
İlkbaharda cıvıltılarını çokça duyarız. Sebebi ise bütün hücrelerini aşkın sarmasıdır. Diğer mevsimlerde sesleri azalır. Çünkü geçim derdi, evladı, ferdi derken başlarını kaşıyacak zaman bulamazlar. Yavruları için böcek avlamaya bile başlar, avcılığa merak sarar bu kuşlar. Ağustosböceği’nin anormal bir sesini duyarsanız bilin ki serçe onu yakalamıştır ve gagasında yavrusuna götürüyordur. Serçe yavrularının bir an önce büyümesi içindir bu protein ağırlıklı besleme şekli. Ebeveynleri bunu çok iyi biliyor.
Düşmanları da vardır tabi ki. Kediler. Ama ah bir yakalayıverse. Daha çok atmacalar. Kışın göz açtırmazlar. En çok da sapanlı çocuklar. Keşke birileri o çocuklara sapan değil de kalem tutmanın, okumanın, yaşamanın, yaşatmanın güzelliğini anlatsa. Küçücük o bedenden minnacık canı çıkar, sapan taşı gövdesine isabet ettiğinde.
Kışın geçim zorluğu sarar bütün hayvanları. Tabi ki serçeleri de. Bahara ne kaldı ki ama yinede bu zorlu günleri atlatmaları lazım. İşte burada görev insanoğluna, yani bizlere düşüyor. Balkonlarımıza, pencere kenarlarına onların yiyeceği ekmek parçaları, buğday gibi yemler bırakırsak mutlu olur yüzleri. Ve bu özveriyi sen yapsan onların gün içinde tez tez, onar yirmişer kafileler halinde balkonunu ziyaret ettiğine şahit olursun. Yüzlerindeki neşe de tabi ki görülmeye değer. Bir dene istersen.
Yeryüzünde hediye almayı sevmeyen canlı var mıdır? Senin serçelere verdiğin yem de onlara verdiğin değerdir, hediyendir. Diğer sokak hayvanlarını da unutmadan tabi ki…