yürüyordum
giydiğim, acılardan bir ceket
gölgelerden kaçarak hızlanıyordum
peşimden geliyordu anılarım
kimi pamuk şeker pembesi kimi kızıl
maviler, morlar ve camgöbekleri
eritir içimdeki katılaşmış hüzünleri
sabun köpüğü gibi bazıları
üflemeden sönüyor
bazısı henüz yaşanırken
biliyor mazi olacağını
yolum uzun, yolum kısa
yolum çıplak ayaklarıma batan minik taşlarla dolu
en çok onlar acıtıyor canımı
en çok onlar
ağaçlar yapraklarıyla sonbaharı fısıldıyor
takılıyor elbisemin etekleri paslı engellere
tutup asılınca parçalanıyor uçları
rüzgar keskin, batıyor kırık camlar gibi yüzüme
güneş bulutların ardına saklanmış
yolda sarı papatyalar görüp koparıyorum birini
ne kadar da güzel
az sonra solacak o da çekip alınmış
her şey gibi toprağından
alıcı kuşlar bekliyor beni yukarılarda
koşuyorum ardıma bakmadan
ve ceketimi fırlatıyorum geriye
elimde henüz solmamış sarı papatyam
gülümsüyorum beni bekleyen turuncu güneşe…