Gel yoksa sabahları vuracağım,
Bir bir dökülecek ışık hazneleri kucağıma!
İtirazım zamanın akmasına gelmiyorsun,
Vakit ilerliyor düşman gibi aynalara,
Her baktığımda daha da yaşlı daha da değişiyorum.
Katil olacağımdan korkuyorum.
Öldüreceğimden kendimi…
Gel yoksa geceler karabasan gibi çökecek üzerime,
Uykuya dalıp rüya görmekten,
Rüyamda sana sarılmaktan korkuyorum…
Ve bir daha uyanamamaktan…
Gel yoksa vuracağım sabahları,
Yüzünü hatırlatıyor bana bahar kuşları,
Sabahları neden neşeli bilmediğim, ötüp duran,
Nadasa bırakılmış bir sesin ilk şarkısı gibiydi yüzün,
Kurak, sakin ve gözlerinde o hüzün an an duraksayan!
Katil bir şairi kimse sevmez,
Kimseler zaten yok bir yalnızlığım var bana sataşan…
Şiirlerim var çaresizlikten bükülmüş beli,
Bir kalem mutluluğu hiç mi yazmaz?
Bana mı nefreti, bitmek bilmeyen öfkesi yoksa şiire mi?
Öleceğim anlayamadan…
Gel yoksa vuracağım sabahları,
Çünkü doğmasın güneş değmeyecekse gözlerine,
Gözlerin güneşin ışığında açılan,
Aşkın ölümü oyunundan bir sahne…
Özlem mi beni katil olmaya iten,
Yoksa ben miyim sensizlikte kendimi sevemeyen?
Ve yükü mü taşıyan bedenimi, sürükleyen belirsizliğe?
Zamanda yorgun aslında zamanda kimsesiz biliyorum…
Bedenimde bensiz, öyle…
Sabahların suçu yok sevgili,
Sabahlar masum,
Benim de masum olduğum gibi bir yerlerde!
Ama sen beni o yerde gözlerinle vurdun,
Sabahlar kimsesiz şimdi gelmiyorsun!
Ama sen gel yoksa vuracağım sabahları,
Zaman şahidim olsun!