Susuyordu yazar.
Sustular.
“Yok mu kulağıma fısıldayabileceğin tatlı nağmeler?” diye sordu kadın.
“Bacaklarının, yırtmacın karanlığında kaybolup tekrar, kısa süreler ortaya çıkması heyecan uyandırıcı-ydı.” dedi yazar iç çekerek. “Sapıkça bir iç geçirme değil bu! Hüzünlü birşeyler konuşup düşüncelere daldığım kadınınkiler-di…”
“Tahmin edemeyeceğim şekilde düştüm aşka.” dedi kadın. Değişti kalbinin ritmi, aynı anda gözbebeklerinde büyüdü birer çiğ damlası.
“Kalabalıklar arasında arıyorum gölgeni.”
“Aşkın kaçınılmazlığı…” diye düşündü yazar.
“Ne varsa söylenmeli-ydi,
Yoksa içinde katranlaşır-dı insanın.” dedi.
Hayallerde boğulup gitti kadın.
“Hiçbir zaman bir araya gelemeyeceğiz…
Manzaralı bir terasımız olmayacak, dostlarımızın bir bahar akşamı çıkıp gelebileceği. Dileyene ev yapımı şarap ikram edemeyeceğiz. Oradan buradan konuşup uğurlayamayacağız onları. Deli rüzgâr, yerlere kadar uzanan beyaz şifon perdelerimizi havalandırmayacak.
Birbirimize sokularak uyuyamayacağız mabedimizde. Arada bir çatamayacağım sana, içip dağıtamayacağız, sen gülümsemeyeceksin…”
“Küskün-dü çevrilen bakışları ve üzerimden çektiği parmak uçları…”
“Saçların.” diye mırıldandı yazar.
“Bir sevişme sonrası-ydı sanki.” dedi.
“Acı veriyor kalbimin yeşermeyecek fikirleri…” dedi kadın.
Faydası yoktu kelimelerin.
Boynunu, bileklerini, baldırlarını, etinin kokusunu sayfalara bırakıp uyudu kadın.
Aynı anda şefkat, şehvet, bereket, kırılganlık, güç, hassasiyet içeren iki mucizevi meme üzerinde kıpırtısızdı ölü bir yazar.
SON