Mehmet Nâzım, bilinen adıyla NAZIM HİKMET, 1935’te yürürlüğe giren soyadı kanunu gereği Ran soyadını aldı. 1951’de vatandaşlıktan çıkarılması üzerine Polonya vatandaşlığına geçince ise dedesinden dolayı Borzecki soyadını almakla birlikte, kendi soyadı yerine babasının adını tercih ederek Nâzım Hikmet ismini daha çok kullandı. Nazım Hikmetin yazma aşkı ailesinden de geldi. Annesi Celile Hanım ilk kadın ressamlardandı. Kültürlü, bilgili bir kadındı. Nazım Hikmet’in büyükbabası ise Şair Nazım Paşaydı ve ilk eğitimlerini onlardan aldı. Peki Nazım Hikmet hayatmıza nasıl girdi? Nazım, ilk olarak 1918 yılında Yeni Mecmua dergisinde ‘’Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?’’ şiiri ile hayatımıza girdi. Daha sonra İstanbul işgali sebebiyle şiirleri yurtsever şiirlere döndü. Fakat bir kısmımız akıllarda onu ”aşk adamı” olarak anmaya devam ediyoruz. Bu sevdalar gerçek miydi, yoksa şiir yazan her şairin sayısızca aşk yaşayıp acı çekmesi mi gerekliydi?
Nazım Hikmet ve Piraye
1930 yılında Nazım Hikmet genç bir şair, ilk eşi Nüzhet Hanımla aile baskısı nedeniyle ayrıldı ve daha sonra ailesinin yanına taşındı. Piraye ise 24 yaşlarında evli ve iki çocuklu genç bir kadındı. Nazım Himet, son gazetesinde çalışırken kız kardeşi Samiye’nin yakın arkadaşı Piraye ile tanıştı. İlk tanıştığında ona tutuldu ve yazmaya başladı. Bu aşk için Piraye dirense de sayısız aşk şiirine göz yumamadı ve 1932 yılında evlenmeye karar verdiler. Vedat Örfi’den henüz boşanmadı Piraye, 13 Eylül’de boşandı ve aşklarında engeller kalktı. Nazım Hikmet bu dönemde para sıkıntısı çekti. Ancak bu büyülü aşk her şeyi yendi ve aşklarına tutkuyla devam ettiler. Daha sonrası ‘’Gece Gelen Telgraf’’ isimli kitaba toplanma kararı çıktı ve ardından Nazım Hikmet tutuklandı. Nazım tutuklu olduğu süre boyunca Piraye sayısız aşk mektupları yazdı. Bir an olsun Piraye’sini aklından çıkarmadı ve oradan çıkmak için bir umut bu aşka tutundu. 1935 yılında Nazım Hikmet çıktı. Piraye ile evlenip İstanbul’a yerleştiler. Fakat gerçek aşklar bir türlü buluşamaz derler ya, tam olarak öyle oldu. 1938 yılında bir gece Nazım polisler tarafından alınarak götürüldü. Nazım 15 yıl süren cezaya çarptırıldı ve bu sürede Pirayeyle tam olarak 12 yıl boyunca birbirlerine sayısız aşk mektupları yolladılar.
“Sen esirliğim ve hürriyetimsin,çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
Sen memleketimsin.
Sen ela gözlerinde yeşil hareler,
Sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin…”
Aklımızda kalacak birçok anı ve mektuplaşmalar… Ta ki birgün ziyaretine Münevver Berk gelen kadar…
Nazım Münevver’i görünce gönlü kaydı ve Piraye’sini bir mektupla terk etti. Mektuptaki son cümleleri yine ona olan sonsuz sevgisini anlattı:
‘’Bütün bu olan biten şeye rağmen yakın iki insan olarak kalacağımızı biliyorum. Benim başım sıkıştığı zaman hapiste olayım, dışarıda olayım yine sana koşacağım. Sen de öyle bana koşacaksın. Ömrümün en güzel senelerini, en iyi eserlerini sana borçluyum. Onlar manen ve madden senindir. Şimdilik Allah’a ısmarladık. Beni affet bile demiyorum. Her şeye rağmen beni herkesten ziyade anlayacak olan insanın yine sen olduğuna eminim. Ellerinden öperim.’’
Bu mektup sonrasında cezaevinden çıkmasına yakın Münevver Berk’i, eşinden boşanmaya ikna etmeye çalıştı. Fakat bekledikleri af çıkmadı. Münevver Berk böylelikle kocasıyla boşanmaktan vazgeçti. Nazım zaman içinde gerçek aşkının Piraye olduğunu anladı ve ona dönmesi için yalvardı. ’’Piraye,gel. Sana muhtacım.” Nazım Hikmet sayısızca mektuplarla aşkını tekrar tekrar ilan etti. ”Pirayem, kızıl saçlı bacım benim, seni arkadan bıçakladım. Bir damlası benim damarlarımdaki bütün kana bedel kanınla boyandı ellerim. Yeryüzündeki hiçbir insan hiçbir insana benim sana yaptığım kötülüğü yapmamıştır. Bütün bunlara rağmen gel. Sana gel diyecek kadar yüzsüz ve alçaksam ne halt edeyim, öyleyim işte. Fakat gel.’’
Bu aşk dolu sözler onca yaşanmışlık geride kaldı. En zor zamanlarında yanında olan ve onu büyük aşkla bekleyen Piraye’si bu ihaneti kabul etmedi ve bu aşk mektuplarını cevapsız bıraktı. Nazım çabasına devam etti. Aşkından intihar edeceğini söyledi ve son çare olarak Piraye’nin oğlu Mehmet’e ulaştı. Bunun üzerine Piraye ve oğlu, Nazım Hikmet’i ziyarete geldiler. Piraye de geldi. Fakat eski aşkla bakan Piraye’si değildi. Kalbi kırılmıştı artık. Nazım Hikmet Piraye’nin ona dönmeyeceğini anladı. Hastalandı. Aşkından yataklara düştü. Hastaneye düşen Nazım’ın yanına Piraye’si yine koşarak geldi. Fakat kapı açıldı ve içeri Münevver girdi. Piraye, Münevver ve Nazım arasındakileri anladı ve bu aşkı kabullenip çıkıp gitti. Daha sonra Münevver Berk ile evlenen Nazım Hikmet çocuklarının adını Mehmet koydu ve herkesin akıllarında kalan o cümleyle bu büyük aşk son buldu. ‘’Piraye aşkından ölmüş, ama yine de Nazım’a dönmemişti.’’
Nazım Hikmet ve Vera
Bir gün Valentina Brumberg (animasyon yönetmeni) Soyuz Multifilm Enstitüsü’de Arnavut giysileri hakkında bilgi almak için geldi ve yanında arkadaşı Vera Tulyakova vardı. Nazım görür görmez şarışın, mavi gözlü bu güzel kıza tutuldu ve yine bir amansız sevda başladı. Nazım’ın bu aşkı da kolay olmayacaktı. Nazım yaşça Veradan büyüktü ve bu zamanlarda hem Vera hem de Nazım evliydi. Nazım mavi gözlü güzel aşkına etkileyici şiirler yazdı. “Canım bir tanem, seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden, bu elma tatlıysa senin yüzünden, bu insan akıllıysa senin yüzünden, bu kadar iyi yürekliyse senin yüzünden…”
Vera başta bu aşka karşı koymaya çalışarak Kafkas kasabasına tatile gitti. Ancak nafile… Bu kadına vurulan Nazım Hikmet, Vera’nın peşiden gitti. Daha sonra 1958 ve 1959 yıllarında birlikte ”İki İnatçı’’ adlı oyunu yazdılar. Oyun sahnelenmeye başladı. Bu sırada Vera da Nazım’a karşı koyamadı ve 1960 yılında evlendiler. Mutlu bir evlilikleri oldu. Birlikte çokça ülkeye gittiler, konferanslara katıldılar. Bu büyülü aşk devam ederken Nazım Hikmet 3 Haziran 1963 yılında kalp krizi sonucu hayata gözlerini yumdu. Vera Nazımın cebinde kendi fotoğrafını buldu. Arkasında şu sözler yazmaktadır:
‘’Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Öldüm.’’
Vera bu yazıyı bulduktan sonra hayatı boyunca Nazımın bunu tam olarak ne zaman yazdığını merak etti. Hayatı boyunca her gün Vera, Nazımın mezarını ziyaret etti, çiçekler götürerek onu bir an olsun yalnız bırakmadı.
Bu sonsuz aşkların sonunda bizlere kalan ise yüzlerce mektuplaşma, şiirler ve hikayeler oldu.