Moda İskelesi’nin yakınındaydık sevgili Ece Erdoğuş Levi ile. Hüzün güneş kadar uzak olabilseydi… Masamızda buram buram hissedilmesi doğaldı ama. Sakin denizin pırıltısı Levi’lerin yıllar boyu biriktirdikleri anıları yansıttıkça, hafif bir tebessümle okşanıyordu dopdolu yaşanmışlıklar. Hakkında saatlerce konuşabileceğimiz çok özel bir kişiydi özlemle hatırlanan. Kibirden uzak, ne güzel bir insandı o… Maskesizdi. İstanbul Bir Masaldı, Yanlış Tercihler Mahallesi, Bir Şehre Gidememek, Karanlık Çökerken Nerelerdeydiniz, Bir Cümlelik Aşklar, Size Pandispanya Yaptım, Bu Salı ve Her Salı-Şişli, Pazarın Yalnızları-Beyoğlu, Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar, Çünkü Fısıltılar Vardı ve daha pek çok eseri kaleme almış usta kalem Mario Levi, aynı zamanda sayısız öğrencinin yetişmesine katkılar sunmuş Mario Hoca bizimleydi. 31 Ocak 2024 tarihinde onu sonsuza yolcu etmiş olsak da başköşede her zamanki içten gülümsemesiyle hakkında söylenenleri dinliyordu belki de. Ya da kalbe dokunan hikâyelerinden birini anlatıyor veya ışıklı yolculuğundan söz ediyordu. Duyamayan bizdik, gördüklerimizi sahici zanneden, avunmaya çalışan da… Biraz daha kalabilseydi sevenleriyle…
Ece Hanım, sorularımı yanıtlarken bazen gülümsedi, bazen karşılıklı güldük, bazen de gözleri doldu. Samimiydi, doğaldı… Kendisine candan teşekkür ederim.
- Mario Levi deyince, aklınıza ilk gelen özelliğini merak ediyorum.
Kadıköylülüğü ve Fenerbahçeliği. Sanırım kendini en çok ait hissettiği bu iki kimlikti. Nitekim vasiyeti üzerine Kadıköy’de Fenerbahçe bayrağıyla defnedildi. Elbette Türk Edebiyatının henüz hayattayken klasikleri arasına girmiş çok büyük bir yazar, çok iyi bir baba, müthiş bir entelektüel ve hoca. Ama bir şey var ki, o en önemlisi, Mario çok çok iyi bir insandı, ben onun kadar iyi bir insan tanımadım, tanıyacağımı da zannetmiyorum.
- İkinizin yollarını birleştiren neydi?
İlkin edebiyat. Bir dönem ders almıştım son sınıftayken. Sonra yollarımız farklı şekilde kesişti. Biz hayatımızdaki birçok eksikliğimizi birbirimizde tamamladık, pek çok yarayı birbirimizle sardık. Eş olduk, anne baba olduk, editör yazar olduk, birlikte çok gülen, sonsuz güvenen iki dost olduk…
- En önemli ortak noktalarınız ve değerleriniz nelerdir?
Mario çok çalışkandı, ben de her ne kadar çalışkan biri olarak görsem de kendimi, onun yanında insan hep bir vicdan azabı çeker, onun çalışma temposu karşısında. Yazmayı, okumayı hayatımızın en önemli noktasına koymamız çok önemli bir başka ortaklığımızdı. Nitekim hiçbir zaman çok eşimiz dostumuz olmasına rağmen sosyal insanlar olmadık, buna zaman olmazdı bizim tempomuzda. Yaz tatillerimiz de yine isteğimiz şekilde sakin çalışarak geçerdi. Bence en uyumlu tarafımız, bu anlamda ortak bir bakışa ve zevke sahip olmamızdı.
- Mario Levi’yi hiç tanımamış olsaydınız, bugünkü siz hangi açılardan farklı olabilirdiniz?
Neredeyse tümüyle bambaşka bir insan olurdum. Bunu mesleki anlamda da kişisel gelişimim için de söylüyorum. Mario’yu tanımak, onunla yıllar geçirmek insani anlamda da beni müthiş geliştirdi, diyorum ya, o çok çok iyi, bu anlamda da özel bir insandı.
- Yıllar önce hocanız olarak ilk kez karşılaştığınız kişiyle eşiniz Mario Levi’yi karşılaştırır mısınız?
Mario birçok yüzü olan bir insan değildi, hiç rol yapmaz, farklı koşullara göre tavır almazdı. Restorandaki Mario Levi’yle, derste tanıdığınız ya da bir bürokratın yanında gördüğünüz Mario Levi arasında pek fark göremezdiniz. Çünkü koşulsuz olarak herkese saygılı, sevgili ve çok zarif davranırdı. Bu yüzden cenazesinde çok tanınmış, belli statülerdeki insanlar da; eski mahallemizin daha gariban diyebileceğimiz, desteklerle geçinen, mental olarak da çok iyi olmayan bir insanı da vardı.
- Masal, babasının imza gününde onunla yeni çıkan kitabını imzalıyordu. Hem sizden hem de babasından genetik bir mirasa sahip. Yazmak, yaşamında vazgeçilmez olabilir. Bu konudaki düşüncenizi merak ediyorum.
Bilemiyorum. Daha küçükken hevesliydi ama şu anda pek görünmüyor. Ama yeni yeni okuma sevgisini yaşamaya başladı, anime seviyor, ben de hiç karışmıyorum, çünkü insan sevdiği neyse onu okumalı, bu bir görev olmamalı, buradaki en büyük kıstas zevk alması, iyi bir okur olursa, gelecekte yazmak isteyebilir, kim bilir.
- Yazar olarak Mario Levi sizce hangi yönleriyle özgündür?
Sefarad olması, 500 yıllık İstanbulluğuyla bu şehre dair bir aile mirası gibi özenle saklayıp aktardıkları… Aynı yerden baktığımızda kahramanları… Ana dili gibi konuştuğu lisanlarla onun dil dünyasının, üslubunun da çok özgün olduğunu söylemeden geçemeyiz. Bir Mario Levi cümlesini okuduğunuzda, adı yazmasa da hemen anlarsınız. İşte ustalık budur…
- Eşinizin editörlüğünü yaparken, unutamadığınız bir anınız varsa paylaşır mısınız?
Yola çıkışımız çok apar topar olmuştu. Mario’nun bir kitabı vardı matbaaya gitmek üzere olan. Ben de o günlerde bir romanı tamamlamıştım. Nihayet okuyabileceğim diyerek Mario’nun romanını okumaya başladım, bir de ne görelim, hiç tashih yapılmamış, iş başa düştü o günden sonra tabii. Hiç şikayetçi değilim öte yandan, bu ilişkimize başka bir derinlik daha kattı. Çünkü biz sadece bir roman bittiğinde değil, daha fikir aşamasından itibaren romanı, kahramanları, olayları konuşurduk, edebiyatı böyle de paylaştık. O da hep editörü olarak da beni çok onore etmiştir, iyi ki yaşamışız bunu da…
- Bundan sonra edebiyat yolculuğunuza nasıl devam etmek istiyorsunuz?
Bundan sonra yeni kitaplarım olacak, hem çocuk kitaplarım hem yetişkin kitaplarım. Bir de çocuk kitaplarımın resimlerini de yapmaya başladım, bu beni çok heyecanlandırıyor, çünkü resmi çok çok seviyorum ve çok eğleniyorum. Okul öncesi bir çocuk kitabını resimlemek istiyorum. Editörlük müthiş bir hızla sürüyor, bu mesleğimi de çok çok seviyorum. Onun dışında yazı derslerim var, Mario’nun yarım kalan derslerini tamamlamak amacıyla çok sevdiği gruplarıyla çalışmaya devam ettik, orada da çok keyifli geçiyor derslerimiz, elbette ben daha çok editöryel açıdan destek olmaya çalışıyorum.
- Mario Levi’yle ilgili gerçekleştirmeyi düşündüğünüz bir proje var mı?
Mario çok uzun yıllardır, İstanbul’un artık kullanılmayan fakat bir döneme damgasını vurmuş objelerini ve eşyalarını topluyordu. Evimiz bu anlamda küçük bir antikacı dükkânı gibi. Mesela antika saat koleksiyonu var, çini sobadan, eski tip o siyah örtünün olduğu fotoğraf makinesine, eski tip projeksiyon makinesine, ne bileyim ustura bileyleme aletinden sefertasına onlarca şey… Bunları bir müze haline getirmek en büyük vasiyetiydi bize ailesi olarak, İstanbul Bir Masaldı Etnografya Müzesi. Yıllardır bunun için çalışıyordu, inşallah hem onun anısını yaşatmak hem de bu bahsettiklerimi hiç tanımayan nesil için, İstanbul’un hafızasında yer etmiş bu objeleri sergileyebileceğimiz o müzeyi biz gerçekleştireceğiz.