Güneş mor dağların üzerinden usulca çekilirken kara kara düşünüyordu Seher. Ne zaman dertlense kendini hep burada bulurdu. İşte yine manzaranın eşsiz güzelliği karşısında büyülenmiş, derdini bir an olsun unutmuştu sanki. Külüstür olsa da en yakın dostuymuşçasına sevdiği yeşil arabasına atlayıp soluğu bu tepede alıyordu son zamanlarda. Havada asılı kalmış gibi duran bu görüntü birkaç saniye bile olsa onu derdinden utandırırdı. Burayı keşfetmek, bu güzelliğe şahit olmak demek her şeyi unutmakla eşdeğerdi belki de. Belki de unutturmakla…
Çalıştığı matbaadan aldığı parayla ay sonunu zor getiriyor, ek işler arıyordu. Yoktu işte, bulamıyordu. Kendini geçindirmekten ailesine yeterince destek olamadığını düşünüp üzülüyordu. Arkadaşlarından bazıları kira derdi olmayan, ek gelire sahip insanlardı. Bazen onlar gibi olmayı hayal ediyordu. Yine aynı kimlikte ama kafası daha rahat biri olarak…
Mor dağlar karanlığa kavuşurken serin bir esintinin kollarından geçip etrafında dolandığını hissetmişti. Hırkası da yoktu yanında. Arabasına binip başını direksiyona yasladı.
“Gün bitti bitiyor, bir gün daha yaklaştık ölüme,” diye mırıldandı. Sonra kendine şaşırıp ağlamaya başladı. Neşe dolu halinden eser bırakmayan hayata öfkeliydi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Birkaç dakika sonra yorulmuş olacak ki kalp atış hızı yavaşladı. Gökyüzüne baktı tam o an. Yıldızlar çoğalmıştı. Hiç bu saate kadar kalmadığını düşünüp gülümsedi. O gülünce adeta gökkuşağı açmıştı gönlünde.
Arabasını tam çalıştıracaktı ki bir sesle irkildi. Tekerleklere biri vuruyordu sanki. Camı açıp eğildi. Karşısında kara gözleri ışıl ışıl bir köpek duruyordu. Minicikti. Kapıyı açıp kucağına almıştı onu. Kuyruğunu sallayan sevimli köpek gözleri gibi simsiyahtı. Yan koltuğa oturttu minik misafirini. Buraya kadar nasıl gelmiş acaba, diye düşünerek emektar dostunu şehre doğru sürmeye başladı.
Eve geldiğinde vakit epey geç olmuştu. Ertesi günün tatil olması iyiydi bir bakıma. Bu minikle biraz vakit geçirmek iyi gelirdi belki. Sonra da sahibini aramaya başlayacaktı. Evden kaçmış olabileceğini düşündü.
İş yerinden yakın arkadaşı Emin, sosyal medyayı aktif kullananlardandı. Yarın ilk iş onu arayacak, nasıl bir yol izleyebileceğini soracaktı ona. Evde biraz soluklandıktan sonra yürüyerek caddedeki markete gidip köpek maması ve şampuanı aldı. Evde güzelce yıkadı miniği. Karnı da doyan kara gözlü arkadaşı kucağında kıvrılıp uyumaya başlamıştı. Oturma odasındaki kanepede uyuyup kalmıştı ikisi de.
“Gece” ismini verdiği arkadaşının yüzünü yalamasıyla uyanmıştı. Ayağa kalkıp gerinmişti bir süre. Kanepede her yanı tutulmuştu. Gece, dış kapıya doğru koşup geliyordu. “Tamam anladım,” dedi Seher gülerek, “bahçede biraz dolaşalım seninle.”
Eve geldiklerinde kahvaltıyı hazırlarken bir yandan da Emin’le konuşuyordu. Gece’nin fotoğrafını çekip yollamıştı ona. Ön sol patisinde minicik bir beyazlık vardı. Belki işe yarayan bir ayrıntı olur diye onu da söyledi. Emin tanıdıklarını da seferber ederek bir sahibi varsa bulmaya söz vermişti Seher’e.
Günler günleri kovalayadursun Seher ve Gece harika bir ikili olmuşlardı. Bazen iş yerine götürüyordu Seher minik dostunu. Bazen de komşusuna bırakıyordu. Derken bir gün Emin’den haber geldi. Üç hafta önce yayınlanan bir kayıp ihbarını görmüştü Emin ve bilgiler tıpatıp uyuyordu Gece’ye. Seher istemeyerek de olsa belirtilen adrese götürecekti Gece’yi.
Ve o gün geldi. Emin’in arabasının ön koltuğunda, kucağında Gece’yle sessizce oturuyordu. Emin radyoda neşeli şarkılar açmıştı ama faydası yoktu.
“Üzülme lütfen,” dedi. “Bunca zaman ona gözün gibi baktığın için eminim ki minnet duyacaklardır sana.”
Duymuyordu Seher. Belki de duymak istemiyordu hiçbir şey. Hayatında pek çok şey iyi gitmezken minik bir şans topu düşmüştü kucağına. Artık o da kaçıp gidiyordu elinden.
Nihayet adresteki binanın önüne gelmişlerdi. İkiz villalardan oluşan bir siteydi burası yeşillikler içinde. Bahçenin demir kapısını açtıklarında Gece Seher’in kucağından fırlayıp ahşap kapının önüne gelmişti ve heyecandan ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Zili çaldıklarında kapıyı yedi sekiz yaşlarında sarı saçlı bir kız çocuğu açmıştı. Gece kızın kucağına atladı ve yanaklarını yalamaya başladı sevinçle. Anne ve babası da bu manzarayı izliyorlardı gözleri yaşlı. Pikniğe gittiklerinde kaybettiklerini söylüyorlardı Bulut’u. Evet, gerçek ismi, yani ona verilen ilk isim Bulut’muş meğer. Seher bunu duyunca o gün ilk kez gülümsüyordu. Arka bahçede kahve içtiler birlikte. Aile Seher’e bir ödeme teklifinde bulunmuşlardı ama kabul etmemişti Seher. Ondan haftada bir kendilerini ziyaret etmesini istemişlerdi. Bir de kızları Eylül’ün derslerine yardımcı olacaktı belirli bir ücret karşılığında. İşte bunu seve seve kabul etmişti. Bu şirin çocukla ve tabii ki Gece’yle vakit geçirmek onun için paha biçilmez bir hediyeydi.
Dönüş yolunda Emin’den onu tepedeki yerine götürmesini istemişti Seher. Manzaranın güzelliği Emin’i de büyülemişti.
“İşte burada karşılaştık minik dostumla. Şimdi burası benim için çok daha anlamlı.
Emin arabaya gidip bir süre sonra elinde minik bir kutuyla dönmüştü.
“Belki şimdi daha da anlam kazanır,” diyerek kutuyu Seher’e uzatmıştı nazikçe. Kutuda mor dağların renginde kalpli bir kolye vardı ve hayat gerçekten bizi bekleyen sürprizlerle doluydu.