Sobanın üzerinde kızarmış ekmeğime annemin eşsiz çilek reçelinden sürdüm. Taze sağılmış bir bardak sütle tamamladım kahvaltımı. Tıpkı yıllar önce, okula giderkenki telaşlı sabahlar gibi. Çocukluğumun geçtiği bu köy, bana yabancı bir yer gibi görünüyordu. Sanki bu tozlu yollarda ben koşmamışım, bu ağaçların gölgesinde serinlememişim, sarıkızı hiç sağmamışım gibi…
Yalnızca bir günüm vardı eski günleri yad etmek için ve bu fırsatı iyi değerlendirmeliydim.
Dışarı çıktığımda tozlu yolların sessizliği kucakladı beni. Ardımdan kapanan bahçe kapısının gıcırtısı, sokağın sonuna kadar gitmedi kulaklarımdan.
Tepelerin ardında, yıllar önce hayatımın en güzel günlerini geçirdiğim okul bahçesi vardı. Oraya doğru yürürken, kalbimde beliren tanıdık bir hüzün ve coşkuyla karışık duygular sardı zihnimi.
Ve işte okul bahçesi… Küf yeşiliyle bezenmiş duvarlarına rağmen, zamana meydan okurcasına karşımdaydı. Rüzgar, yılların tozunu savururken, bahçede ip atlayan kızların kahkahaları çınladı kulaklarımda. Sanki zaman, onların neşesini bunca yıl saklamış, bana fısıldıyordu. Dut ağacının altında sessizce kitap okuyan o çocuğu anımsadım; dünyadan kaçmak için sayfalara sığınan bir hayalperestti.
Bir de kanatlı kızımız vardı sahi. Beyaz, peri kanatlı elbisesinin içinde, hafif adımlarla okul bahçesinde süzülür dururdu. Hepimiz onu hayranlıkla izlerdik; sanki bu dünyaya ait olmayan bir zarafetle dans ederdi arada bir. Rüzgarın esintisiyle uçuşan saçları, sadece onun duyduğu sessiz bir müziği vardı. Kimse nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmezdi ama ,çocuk aklı işte; herkes onun bir peri olduğuna inanırdı. Çocukluğumuzun en güzel masalıydı o.
Bahçede yalnız kalmış, yaşlı dut ağacının altında oturdum uzunca bir süre, gözlerimi kapattım ve o günlerin sıcaklığını, neşesini, huzurunu hatırlattım kendime.
Ne ip atlayan kızların neşesi kalmıştı içimizde..Ne kanatlı kızın bir peri olduğuna inanacak kadar masumiyet..