KIRIK BİR KALP
Yıllar evvel daha çocuk denebilecek yaşlarda âşık olmuştum Onur’a. O benim ilk aşkımdı. Gözümden sakınırdım. Bakmalara doyamaz, hep yollarını gözlerdi.
Onur mahalle arkadaşımdı. Evlerimizin arasında sadece iki ev vardı. Onunla aynı okula gidiyorduk. O zamanlar lisede branşlaşılırdı. Üniversiteyi sayısal tercih yapacaklar Fizik, Kimya, Matematik ağırlıklı, sözel bölüm tercih edecekler ise Coğrafya, Tarih, Türkçe gibi…
O sene Onur’la sınıflarımız ayrılmıştı. O sayısal ben de sözel tercih etmiştim. O tıp okumak, kalp cerrahı olmak istiyordu. Olurdu da. Zeki çocuktu. Ben se hukuk okumak istiyordum.
Hukuk istememin sebebine gelince:
O zamanlar dayım benim idolümdü. Ona öyle hayrandım ki, adeta yediklerini yiyor, içtiklerini içiyordum. Onun valizler dolusu kitapları olurdu. Ben ondan izinsiz onları karıştırır, arada bazılarını okumaya çalışırdım. Fakat o kitaplar Marx’tan Engels’ten bahsediyordu. Tabi ben bunlardan anlamazdım.
Bir gün dayıma:
-Dayıcığım Komünizm nedir? Diye sordum.
Dayım gülerek:
-Bak yaramaza. Sen benim Kitaplarımı mı karıştırdın?
-Evet,
-Bunlar senin yaşının üstünde şeyler. Hele biraz daha büyü, sana her şeyi bizzat ben anlatacağım. Söz. Deyip konuyu kapattı.
Ben de açıkçası üstelemedim.
Bir sonbahar sabahı evimize baskın yapıldı. Ev baştan sona didik didik arandı. Dayımın kitapları toplandı. Dayım da elleri kelepçeli, omuzları dik, mağrur ve korkusuzca çıktı kapıdan.
Dayımı en son o zaman gördüm. Hapishanede hastalanıp vefat etmişti.
Annem hep’’ yaktılar gül gibi kardeşimi. Böyle adalet olmaz olsun. Masumlar hapiste, suçlular dışarda. Rabbim bize güç ver.’’ Der ağlardı.
Ağlaması bitince de beni karşısına alır:
-Bak kızım sen hukuk oku. Ömrünü adaletsizliklere son vermeye ada emi.’’ Der tekrar ağlardı.
İşte o zamanlar işlemişti içime hukuk aşkı.
Lise son sınıftaydık. O sene hem sınava hazırlanıyor hem de okulu bitirmeye çalışıyorduk. Onur, okul yetmezmiş gibi bir de dershaneye gidiyordu. Çok yoğundu. Artık onu uzaktan da olsa göremez olmuştum.
O yıl Onur Hacettepe Tıp Fakültesini dereceyle kazandı. Ben se okulu zor bitirdim.
İçimden’’ artık Onur bana bakmaz. Onun okulda kendi gibi doktor olacak kız arkadaşları olur.’’ Diyordum.
Onur yazları annesine geliyor, birkaç hafta kalıyor, hemen okula dönüyordu. Bu süreçte ben onu görebilmek için mahallede fink atıyordum. O bir kerecik te olsa çıkıp bakmıyordu. Üzülüyordum ama onun beni sevmeyecek olmasını kabullenemiyordum. Sanki dünyada kız olarak bir ben varmışım gibi.
O yazın kışında ailem beni dershaneye yolladı. Sadece gidip geliyordum işte. Aklım bir karış havadaydı. Kitapların kapağını bile açmıyordum. Malum olduğu üzere o yılda olmadı. Kazanamamıştım.
Ailem bu durumu anlayışla karşılamış, önümüzdeki yıl için başka dershane arayışlarına girmişlerdi. Benimse içimden ders çalışmak, dershaneye gitmek, üniversite okumak geçmiyordu. Onur’un gitmesinden sonra hayata küsmüştüm bir nevi.
O yıl da kazanamayınca ailem beni okutma sevdasından vazgeçti. Konuşma aralarında alttan alta beni evliliğe ikna etmeye çalışan annem bir taraftan çeyiz hazırlıklarına başlamıştı.
Benim umurumda değildi. Hayat bana hangi yolu çizdiyse o yolda gitmeye razıydım. Tam da böyle düşünürken bir yaz çıkageldi Hasan.
Hasan Fransa’da yaşıyordu. Oraya çocukken gitmişti. Bir otomobil fabrikasında çalışıyordu. Annesi uzaktan beni beğenmiş, oğluna gelin diye alacakmış. Hasan da annesini kıramamış beni ailemden istemişti.
Ben bu teklifi hemen kabul ettim. Amacım bir an önce o mahalleden hatta ülkeden çıkmaktı.
İstediğim gibi ertesi yaz Hasanla evlendim. Hemen kocamla Fransa’ya gidemedim tabi. Pasaport, vize işleri falan derken gitmem bir yılı almıştı.
Ve nihayet bana Fransa yolu gözükmüştü. Kocama güzel haberi vermeye can atıyordum. Kocamsa buna pek sevinmemişti. Aldırmadım. Hasana koştum.
Başlarda çok kötü değildi. Ama gün geçtikçe Hasan’a bir haller oluyor, eften püften sebeplerle benimle kavga ediyor, zaman zaman şiddet uyguluyordu.
Hepsini sineye çekmiş, kabullenmiştim. Ne de olsa kocadır döver de söver de sözleriyle büyümüştüm.
Ben sessiz kaldıkça Hasan azıtıyordu. Acaba başkası mı vardı? İçimi bir kurt kemirdikçe kemiriyordu.
Bir sabah erkenden kalkıp ona kahvaltı hazırladım. Hasan yemeden evden çıktı. Ben de alel acele ardından çıktım. Amacım kafamdaki deli sorulara cevap bulmaktı.
Şüphelerimde haklı çıktım. Hasan evden çıkar çıkmaz az ötedeki eve uğradı. Sarışın uzun boylu güzel bir kadında sarmaş dolaş evden çıkıp durağa gidiyorlardı. Onları o halde görünce gözlerimden yaşlar boşaldı. Elim ayağım tutmaz oldu. O an karar verdim gitmeliydim buradan. Boşanmalıydım ondan.
Akşam eve gelen kocamı karşıma alıp her şeyi anlattım. Hasan hiç karşı çıkmadı. Benimle evlenmeden öncede vardı o kız hayatında. Onu deliler gibi seviyordu. Benimle annesinin ısrarları üzerine evlenmişti.
Artık sözün bittiği yere gelmiştik. Boşanma işlemlerini hemen başlattık. Boşanır boşanmaz Türkiye’ye ailemin yanına döndüm. Kocamdan nafaka olarak yüklü bir para kalmıştı. Tüm parayı bankaya yatırdım. Amacım tekrar sınavlara hazırlanıp hukuk okumaktı. Okulu da bu parayla okuyacaktım. Böylelikle aileme yük olmayacaktım.
Ailem beni şefkatle karşıladı. Kararlarımın sonuna kadar arkasında durdular.
Nihayet çok istediğim Ankara Hukuk Fakültesini kazanmıştım.
Sevinçten içim içime sığmıyordu. Aynı coşkuyu ailemde yaşıyordu.
O yaz Onur kendi gibi doktor olan bir kızla evlendi. Üzüntüden deliye döndüm. Kimseye belli etmemeye çalışmak beni daha da yoruyordu.
Neyse ki Ankara, fakülte imdadıma yetişmişti.
Başarılı bir öğrenim hayatı yaşıyordum. Her şey yolundaydı. Ara ara fakülteden çıktığım çocuklar oluyordu. Fakat ciddi bir şey yaşamıyorduk.
Uzun uğraşların, emeklerin sonunda okulu bitirmiştim. Bitirir bitirmez de savcılık sınavlarına hazırlandım. Ben bunlarla uğraşırken Onur’un boşandığı haberini aldım. Ne yalan söyleyeyim sevinmiştim buna.
O yıl sınavları kazanmış savcı olarak İzmir’e atanmıştım. Fakat içimde anlamsız bir sıkıntı vardı. Onur’u özleyecektim. Onu uzaktan da olsa görmek hoşuma gidiyordu. İstemeye istemeye İzmir’e gittim.
Bir müddet sonra Onurdan telefon geldi. İzmir’e beni görmeye geleceğini söyledi. Sevinçle kabul ettim. O gün hepten alevlenmişti aşkım. Artık onun geleceği günü iple çekiyordum.
Bir pazartesi sabahı geldi canımın içi. Ben de işten izin aldım. Bir hafta boyunca doludizgin, masallardaki gibi bir aşk yaşadık.
Onur’un İstanbul’a dönme zamanı gelmişti. Onu bekleyen yığınla iş vardı. İstediğim zaman telefon edebilir, istediğim zaman onu görmeye gidebilirmişim. Onun bu candan tavırları beni mest etmeye yetmişti.
Hiç tereddütsüz gelirim dedim.
Onurun bana olan aşkından emindim artık. Ondan başkasını düşünemiyordum.
Gittiğinin ilk günü beni aradı. Beni özlediğini, bensiz orasının çekilmez olduğunu defalarca tekrarlayıp durdu.
Aynı duyguları paylaştığımı, önümüzdeki ay onu ziyarete geleceğimi, çok özlediğimi söyledim.
Bu son konuşmamız olmuştu. Diğer günler ne aradı ne de telefonlara cevap verdi. Mesajlarıma, maillerime de aynı kayıtsızlık vardı.
Bir şey gelmişti sevgilimin başına. Öyle olmasaydı arardı.
Ertesi sabah İstanbul’a uçak bileti aldım. Çalıştığı işyerine gittim. İş arkadaşları onun Amerika’ya karısının yanına gittiğini, yakında dönmeyeceğini, hatta temelli oraya yerleşebileceğini söylediler.
Dünya başıma yıkılmış, hiçbir şeyi gözüm görmez olmuştu. Oradan nasıl çıktım, İzmir’e nasıl geldim? İnanın hiç birini hatırlamıyorum.
Hatta ailem yanıma gelmiş, beni psikiyatri kliniğine yatırmışlar. Bunları aylar sonra öğrenecektim.
Aylarca uyuşturucu ilaçların sersemliği içinde yaşamaya çalıştım. Biraz kendimi toplamış, hastaneden çıkmıştım.
Oradan çıkmak hayatımda bir milattı. O günden sonra her şeye olan inancım yitip gitmişti. Biliyordum, bir daha hiçbir şey aynı olmayacaktı.