Uç uç kelebek,
Aş zamanları, yolları, dertleri, tasaları.
Gel, bin omzuma! Anlat, yüzyıllık masalları!
Duyduğun, yaşadığın tüm şiirleri
Şakı lisanınca, hissetsin insanlık.
Hafifliğin ağırlığını, küçüklüğün devliğini,
Güzelliğin bedelini, etrafını ilmek ilmek örerek,
İçine kapanıp karanlıklara gark olarak,
Zamanın sükûnetine bırakarak kendini,
Ruhunu onarıp kalbini dinledikten sonra,
Tüm ışıltınla kozanı yırttığında ödedin.
Süslenip püslenip baharın tazeliğinde,
Kırlarda rengârenk uçuşunla dikkat çekersin.
Çiçekten çiçeğe salınışın, edalanışın, süzülüşün,
Zevk sahiplerini kendinden geçirir.
Bu albeninin karşısında aczini ilan ettirir.
Birkaç günlük ömrüne sığdır dünyayı.
Atalarının genlerini saç etrafa.
Çek kokusunu, kon çiçeğine, tat özgürlüğünü.
Belki seni yakalamak isteyecekler,
Prangalar vuracaklar kanatlarına,
Kapatacaklar kavanoza,
Bir çocuğun odasında süslü bir renk olacaksın.
Belki de dolduracaklar güzelim tüylü tenini.
Asmak için bir duvara,
Bir ülkenin kimliği olacak küçük bedenin.
Hediyelik eşya niyetine saplanacak kalbine bir ok.
Yaralansa da kanadın yaşamaya devam edersin hep.
Yolculuğunu yarım tamamlamaya çalışsan da
Sen sensindir, kimse değilsindir.
“Tüm kötülükler, güzelliği elde etmek için”, öyle değil mi?
Ne tezat, aman ne tezat!
Tezatlar içinde ver savaşının hakkını,
Uç uç kelebek,
Annen baban seni hep sevecek!