Bazı günler, insanın içine bir sessizlik çöker. Bu sessizlik, dışarıdan görünenin aksine huzurdan değil, biriktirilen dertlerden gelir. O sessizlikte sorular yankılanır: “Neden böyle bir dünyada yaşıyoruz? Daha iyisi mümkün değil mi?”
Hayat, herkese eşit davranmaz. Kimine bolluk, kimine yokluk. Kimine adalet, kimine beklemek. Ama insanın içindeki adalet duygusu hep oradadır. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, adalet geciktiğinde, o artık adalet olmaktan çıkar. Günümüzde de aynı hikâye devam ediyor. Geçim sıkıntısı, yoksulluk, zenginle fakir arasındaki uçurum… Söylenecek çok şey var, ama sorunlar hep aynı yerde dönüp duruyor.
Bir yanda, alın teriyle geçinmeye çalışan insanlar; diğer yanda sıcak koltuklarında oturup karar verenler… Bu kararlar ne kadar doğru olabilir? Adaleti sağlamak isteyenler, adaletsiz düzenin bir parçası olursa, kime inanacağız?
Bizi bu hale getiren, yalnızca koşullar değil; birbirimize olan uzaklığımız. Yüz yüze bakan ama görmeyen insanlar olduk. Oysa her şey, birbirimizi anlamaya çalışmakla başlayabilir. Dinlemek, bir el uzatmak, bir sözü yürekte hissetmek… Küçük adımların gücünü unuttuk belki de.
Ve işte buradayız. Bunca dertle, bunca soruyla. Ama yine de her karanlığın bir sabahı olduğunu biliyoruz. Belki yarın daha parlak bir güne uyanırız. Belki de bu satırları okuyan biri, değişimin ilk kıvılcımını yakar. Çünkü umudu korumak, hepimizin en büyük sorumluluğudur. Dünya, ancak birbirimize tutunarak güzelleşir.