Hayatın hengâmesinden biraz uzaklaşsak mı ne dersin? Ne biliyim? Mesela olmazsa olmaz, diye tutturduğumuz şeyleri; yapmazsam ölürüm, diye beynimize kodladığımız vehimleri şöyle arka sıralara mı atsak? “Vip insan “ statüsüne tam yaklaşmışken biraz duraklasak mı? Mükemmel anne, oyuncu anne, etkinlikçi anne modunu değiştirsek mi bir süreliğine? Resmi bir görev gibi addettiğimiz sosyal medya paylaşımlarımıza uzun bir süre reklam arası mı versek? Mesela sabah içtiğimiz limonlu suyumuzu paylaşmasak ya da direksiyon sallarken, fondöten reklamı yapmasak? Ne biliyim işte, rutine binmiş o elzem işlerimizi savsaklasak artık. Kendilik oyunumuzun perdelerini kendi ellerimizle mi kapatsak acaba? Her gün, her dakika, kendimizle ilgili paylaşımlar yapmaktan bilinçaltımızı mahzene çevirdik. Gerçek benliğimizi yakalayamadık bir türlü. Bir sarmal içinde dönüp durduk, seyahatler yaptık, şehir şehir gezdik dolaştık, tarihi yerler inceledik, dağlara tırmandık, kamplar yaptık, ama bir türlü kendi içimize yürüyemedik. Suretten, sirete geçemedik yani… İçini gören hakikati görür bunu bilemedik. O kadar dışa dönük yaşadık ki dışarıdaki olaylara bağışıklık kazandık artık. Ağlayana güldük, düşene bakıp geçtik. İçimize dönsek mi artık? Bir bakalım orada neler olup bitiyor? Kimler ağlıyor? Kimler acı içinde inliyor? Kimler yardım istiyor? Bir yerlerde insanlar üzülüyor, çocuklar ağlıyor, çaresizlik yürekleri üşütüyor, mazlum halkın başına taşlar yağıyor, bombalar kulakları deliyor. Büyük şeyler, çok acı şeyler oluyor, dönüp bir baksak mı oralara? Dilimizdeki düğümler dua ile çözülene dek kalbimizin çilehanesinde kalsak mı bir süre ne dersiniz?