İnsanlık tarihi boyunca doyumsuzluk ve tatminsizlik, varoluşun en temel meselelerinden biri olmuştur. Oysa çoğu zaman karnımız tok, sırtımız pek olmasına rağmen içimizde bir huzursuzluk, bitmek bilmeyen bir arayış hâkimdir. Neden paylaşmayı öğrenemiyoruz? Hayatta bir garantimiz yokken, iki nefes arası kadar kısa olan ömrümüzde neden hâlâ birbirimizle didişiyoruz? Ölümün kaçınılmazlığı bu kadar açıkken, etle tırnak kadar iç içe geçmiş bu düzenin içinde bu huzursuzluk neden?
Balıklar arasında bile avlanma dengeleri vardır. Küçük balıkların yırtıcılar tarafından kolayca avlanması doğaldır, fakat hiçbir köpekbalığı, küçüklere yem olup kendi varoluşunu tehdit etmez. Peki, insan neden kendi gücüne uygun olanla yetinmiyor? Küçük şeylerin peşinde sürüklenmek yerine neden büyük ve kalıcı şeyleri seçemiyor? Onlarca küçük balığı yutmak yerine tek bir büyük avla yetinmek varken bu hırsın sebebi nedir?
İnsan, her seferinde aynı tuzaklara düşmekten kurtulamıyor. Düzen hep aynı, değişmez; yozlaşmış ve köhneleşmiş bir yapı içinde sürüklenip gidiyoruz. Oltadaki yem değişmese bile her defasında aynı yeme kanmakta ısrar ediyoruz. Bu düzenin içinden çıkamıyor, kendi doğamıza yabancılaşıyoruz.
Peki çözüm ne? Belki de insanlık, insan olma çabasından vazgeçmeli. Doğamızdaki vahşiliği kabullenmeli, içimizdeki yırtıcıyı açığa çıkarmalıyız. Zaten yarattığımız dünya da bu değil mi? Vahşi bir leşe dönüşen, çıkarları uğruna canileşen bir toplum…
İnsanoğlunun en acıklı yanı ise akıllı varlıklar arasında en üstte yer almasına rağmen, evrimini tamamlayamamasıdır. Hayvanları evcilleştirip eğitebilmiş, ama kendi içindeki insanı eğitememiştir. Kendi ailesini, dostunu, komşusunu bile anlamaktan acizdir. İnsanoğlu, akıllı olduğunu iddia ederken, insan olmayı başaramamıştır.
Bu hâline gerçekten acımamak elde değil. En büyük trajedi, insanın olduğu gibi olamaması, kendisini kabullenememesi ve sevememesidir. İnsanoğlu üstün zekâya sahip olabilir; ancak zekânın sevgiye, anlayışa ve kendini gerçekleştirmeye yetmediği bir dünyada, insan olmanın anlamı ne kadar geçerli olabilir?
Belki de artık, kendi doğamıza dönmenin, içimizdeki çelişkileri kabullenmenin zamanı gelmiştir. İnsan olmayı başaramıyorsak, ya vahşi yanımızla barışmalıyız ya da şu anki hâlimizin çelişkilerinden kurtulmayı öğrenmeliyiz. Ancak o zaman gerçek anlamda özgürleşebiliriz.