Üzerindeki cübbe bir zamanlar parlak renklerdeymiş gibi dursa da,artık zamanın ve tozlu yolların izini taşıyan,yer yer yıpranmış soluk bir kumaş yığınıydı.Onun sade,gösterişsiz varoluşunun da simgesiydi aynı zamanda.
Yüzünde sanki her an kaybolmaya hazır sahte bir gülümseme vardı.Gözleri hayatın yorgunluğunu,bitmek bilmeyen yolculuk izlerini ve içinde sakladığı o gerçekleşmeyen hayalleri taşırdı.
Elleri,bir hokkabaz için en önemli aletti.İnce uzun parmakları yıllarca kartları,mendilleri ve küçük nesneleri ustalıkla manipüle etmekten nasırlaşmıştı.O, sihrin prensiydi.
Küçük bir çocukken tekneyle denize açılmayı hayal ederdi,Küçücük parmaklarıyla balık ağlarına düğümler atardı,tıpkı babası gibi.Babasının tuzlu teni,ağların mis kokusu,sabah şafağında denize açılan teknelerin motor sesleri,bu seslerden martıların korkarak kaçışmaları en büyük tutkusuydu.Hayat bu işte…Küçücük kalbi babasının her dönüşünde heyecanla çarparken,şiddetli bir fırtına babasını teknesiyle beraber denize gömmüştü.Gömülen aynı zamanda küçük Engin’in hayalleriydi.Haftalarca,aylarca annesiyle beraber babasının dönmesini beklemişler,annesi bu acıya dayanamayıp babasının peşinden gitmişti.Dünyada yapayalnızdı küçük Engin artık.Sıska bedeni,kehribar rengi gözlerine giren ,uzamış kumral saçlarıyla kader onu ordan oraya savuruyordu.Kasabada garsonluk,ayakçılık yapıyor akşamları yorgunluktan bulduğu yerde uyuyakalıyordu.Kasabada her akşam sirk kurulurdu.Bazı akşamlar erkenden gider sonuna kadar gösterileri izlerdi.Kısa boylu,tıknaz,kel Rıdvan burada hokkabazlık yapardı.Seyirci sırf onu görmek için para verir ,yaptığı sihirler ertesi güne ağızdan ağıza konuşulurdu.Rıdvan iyi bir hokkabazdı.Gözleri o kadar küçüktü ki,beyaz suratında birer nokta gibi durur,gülünce tamamen kaybolurlardı.Bu minik gözler adamın görünmezliğinin sembolü gibiydi.
Çoğu akşam ön sıralarda oturan küçük çocuğun parmakları gözünden kaçmamıştı.Tam istediği gibi ince,uzun,kusursuzdu.Sorup soruşturmuş kimsesiz olduğunu öğrenince “Evlat benimle çalışmak ister misin?”diye sormuştu.Başını sallayan küçük çocuğa baba gibi olmuş onu sahiplenmişti hokkabaz Rıdvan.Kimseye ezdirmiyor,bildiği tüm numaraları öğretiyordu.İlk başlarda çocuk zorlandı,parmakları acıyor,topları sürekli düşürüyordu.Gece yarılarına kadar bıkıp usanmadan pratik yapıyor,iskambil kâğıtlarını adeta havada karıyordu.Yeni numaralar öğrenerek ustasının bilgi ve deneyimini sünger gibi çekiyordu.El çabukluğu yıllar sonra inanılmaz bir seviyeye ulaşmıştı,Rıdavan’da yaşlandığı için eline ayağını çekip, Engin’e bırakmıştı tamamen işleri.
O akşam yine perde açıldı.Loş ışıklar üzerine düştü Sihrin Prensi’nin.Kalabalık her zamanki gibi meraklıydı.Her akşam yaptığı kart gösterisi için sahneye 10 yaşlarında erkek çocuğu çağırdı.”Rica etsem küçük,elimdeki kartlardan bir tane seçer misin?”Çocuk rastgele bir kart seçip,hokabaza verdi.Bu numara hızlı parmak haraketleri ve seyircinin dikkatini ustaca dağıtma üzerine kuruluydu.Amaç,o kartı destenin ortasına karıştırıp saniyeler içinde “çektiğin kart bu muydu?” diyerek seyirciye gösterip,sihirbazlığını kanıtlamaktı. Çocuk çektiği kartı kimseye göstermeden hokkabaza uzattı.Hokkabaz destenin ortasına karıştırdı.O anki hızlı el çabukluğuyla seçilen kartı destenin üzerinden ceketinin kolunun iç kısmına doğru itti.Kafası hayatın yorgunluklarıyla o kadar doluydu ki,elindeki kartı istediği yere gizleyememişti.Küçük çocuk hokkabazın elini takip ediyordu.Kartın hokkabazın parmaklarının arasından bilek kısmına doğru ceketinin arasına kaydığını farketti.Hokkabaz:”İşte sihrin gücüyle seçilen kart tam da burada!”diyerek salondan alkış bekledi.İnsanları kandırdığı için her seferinde vicdan azabı çekiyordu.Bu bir oyundu,şimdiye kadar iyi oynamıştı ama içindeki ses hep oraya ait olmadığını fısıldamıştı.”Hayır abi hayır!!!”dedi safça küçük çocuk.”Ben gördüm onu ceketinin koluna sakladın,parmağınla yukarıya kaydırdın.”Salondan bir anda uğultu yükseldi.İlk başta ne olduğu anlaşılamasa da,çocuğun sözleri zihinlerde yer etti.Hokkabaz kartları yan tarafta duran masaya bıraktı.İçinde garip bir kabulenme hissi vardı.Perde kapanmadan önce yüzündeki hüzünle ve sahte olmayan bir gülümsemeyle eğildi.Numarasının ortaya çıkışı hokkabazı için bir sondu ama dürüst bir başlangıcın yolu da olabilirdi.Kendini sahilin kenarına attı.Yakamozlar bu gece fazlaca denizi aydınlatıyordu.Çocukluğu gözünün önüne geldi.Babasıyla beraber denize açıldıklarını hatırladı.Denizin derinliklerinden bir ses yükseldi.”Senin yerin ışıklı sahneler değil,benim yanım.”Her seferinde böyle hissediyordu.Deniz ruhunu kışkırtırcasına dalga seslerini çaktı kulaklarına.Her hışırtı davetti.Ağların denizin fısıltısıyla karışıp kımıldamasını beklemek,suyun altındaki kıpırdaşmalar,aniden ağların hareketlenmesi ve babasının sesi geldi kulaklarına…”Ağları çekme vakti!”Güneşin altında parlayan gümüşi balıklar,çırpınışları,avın bereketi.Emeğin,sabrın ve denizin sonsuzluğunun kokusu.
Bir yanda elinde çevirdiği deste kartlar,havaya atıp tuttuğu toplar,şapkasından çıkardığı güvercin…
Diğer tarafta hayalleri,tekne,deniz,balıklar, ve usta parmaklarıyla ilmek ilmek örebileceği ağlar…O an yüreğinin derinlerindeki özleme gitti çıkamıyordu bu defa.Mutlu olacağı tek yer burasıydı.Parmaklar bu defa yüzlerce düğüm atılarak denizin derinliklerine inmeyi bekleyen güçlü ipliklerle buluşacaktı.