Elleri yüzümdeki yara izinde dolaşırken bana “bu izin hikayesi ne ?” diye sorduğunda önce onunla paylaşıp paylaşmamak arasında gidip gelsem de içimdeki ses paylaşmam gerektiğini söylüyordu. Başladım anlatmaya ömrüm boyunca taşımaya devam edeceğim bu izin hikayesini.
Aylardan nisandı ,her sabah olduğu gibi o sabah da okul servisine binmiştim. Servisteki kemerler çok eski olduğundan ya bozuktu ya da takmak için fazla bir çaba gerektiriyorlardı. Şoförün de defalarca yinelediği uyarılarına rağmen serviste kemerli tek bir kişi dahi yoktu. Konuşuyordum arkadaşımla, her zamanki yerim olan cam kenarındaydım. Okula yaklaştığımızda anlamsız trafikten yakınmaya başladık. Tam trafikten hızlıca ilerlemeye fırsat bulduğumuzda duyduğumuz uzun soluklu korna sesinin habercisi olduğu o kazayı yaşadık. Daha çocuktuk, arkadaşlarımın ve benim çığlıklarımız birbirine karışmıştı. Son duyduğumu hatırladığım ses de o çığlıklardı ve boynumda ıslaklık hissetmemle elimi boynuma götürdüğümde , elime bulaşan kanı görmemle bayılmıştım herhalde.
Uyandığımda ambulanstaydım, hareket bile edemiyordum , karşımda bana hüzünlü gözlerle bakan bir hemşire abla vardı ve koluma serumlar bağlanmıştı. Kısa süre içinde hastaneye vardığımızda beni hemen sedyeyle indirip doktora hakkımdaki bilgileri ilettikten sonra acil bölümüne doğru sürüklediler. Acilin önündeki kapıda yansımamı görüşümle çığlık atıp ağlamaya başlamam bir oldu ve beni hızlıca oradan uzaklaştırıp uyuttular.
Uyandığımda karşımda ağlamaktan gözleri kıpkırmızı kesilmiş annem ve bembeyaz yüzüyle babam duruyordu. Ellerimi avuçlarında tutan annem bana nasıl olduğumu, iyi hissedip hissetmediğimi sorup duruyordu. Ona tatmin edici cevaplar verdikten sonra bana telefonunu uzatmasını söyledim. Ne dediysem yaptı ve telefonunu elime verdi. Kamerayı açmamla o felaket görüntü gözlerimin önündeydi. Bembeyaz sargılarla kapatılmış bir surat vardı karşımda ve ne yazık ki müthiş ürpertici görünüyordu. Kendime baktığımı anladığında telefonu elimden çekmeye çalışsa da sımsıkı kavradığım için geri alamamıştı. Gözlerim kilitlenmiş ,ekrana bakakalmıştım. Yarın olacaktı oysaki tüm düşlediklerim. Yarındı mankenlik yarışması ve beni epey güzel buldukları ve fiziğime hayran kaldıkları için ben yürüyecektim o podyumda. Kafamda bu düşünceler cirit atarken içeri en yakın arkadaşım Alin girdi ve yatağa doğru koşup bana sımsıkı sarıldı. Yalnız o bana nasıl olduğumu sormadı çünkü beni en iyi tanıyan oydu. Şu an bir enkazdan farksız olduğumu en iyi bilen, anlayabilen oydu. Kulağıma yaklaşıp “hala çok güzelsin.” dedi ve birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.
Bu yoğun duygu yüklü dakikalar sona erdiğinde saat geç olmuştu. Vücudumda yüzüm dışında açık yaralar da bulunduğundan acıyla uyuyakalmıştım, daha doğrusu bayılmıştım. Sonraki sabah doktor yanıma geldi ve beni ne kadar burada tutacaklarını sorduğumda en az bir ay olduğunu söyledi. Bu süre benim tarafımdan kabul edilemezdi lakin başa gelen çekilirdi. Anneme diğer arkadaşlarıma ne olduğunu sorduğumda kazada sadece ben ve arkadaşım Karin ‘in yaralandığını , diğerlerininse hafif sıyrıklarla atlattığını söyledi. Kaderime isyan ettim o an. Bunca hayale, emeğe, babamı ikna edebilmek için geçirdiğim onca sancıya, sabrettiğim aylara bu son yakışmıyordu. Babama bana evdeki eskiz defterimi, kalemlerimi getirmesini istedim ve o akşam getirdi. Hastanedeki üçüncü günümden itibaren başladım çizmeye. Durmaksızın kıyafet tasarlıyordum. Bir defter bitirdiğimde yenisini alıyorduk. Hastaneden taburcu olduğumda elimde dördüncü tasarım defterimi tutuyordum .Beni yalnız bu sakinleştiriyordu: üretmek.
Bu kadarını beklemediği yüzündeki şaşkınlık ifadesinden ve diken diken olan tüylerinden anlaşılıyordu. Ona beklemesini söyleyip gençlik fotoğraflarımı da getirdim ve dakikalarca inceledik onları. Mutluluğumuzu nasıl paylaşıyorsak bugün de hüznümüzü paylaşmıştık.