Böyle söylüyor Cemal Süreya “ İkinci Yeni bir güvercin curnatasıdır. Ben alçaktan uçuyorum.
Avcılardan değil, arkadaşlarımdan korktuğum için” Hayatı ve şiir serüveni boyunca onu deniz feneri
gibi gören Enver ERCAN’ la yaptığı bir söyleşide duyuyorsunuz bu sözü.
Cemal Süreya öyledir. “Gerçekten bir şair miyim acaba ? “ sorusu üzerinde çok durur mesela.
Kendi şiirine karşı o kadar da duyarlı olmadığını söyler. Dranas’ı, Dağlarca’yı, Necatigil’i , Turgut’u
Edip’i, Ece’yi, İlhan’ı , Sezai Karakoç’u beğenir; onları salık verir okura. Poetikasının henüz tam olarak
ortaya çıkmadığını belki hiç çıkmayacağını, şiirin hep acemisi olduğu izlenimini yaratır röportajlarda
ancak kazın ayağı öyle değildir elbette.
Hiç kimse, şairin kendisi bile Cemal Süreya’nın şiir evrenimizde devasa bir ana kara olduğu
gerçeğini yok sayamaz. Nereden geliyor bu büyük iddia ? Cemal Süreya imgenin ne olduğu üzerine
kafa patlatmış buna koşut bir dizgeyi ortaya koyabilmiştir çünkü. Şiirinde tesadüf gibi gelen keşiflere
detaylıca düşünülmüş estetik tasarımlar neticesi ulaşılmıştır. “Şiir dil içinde dildir ama kuşdili de
değildir.” der Ahmet Oktay’la yaptığı bir söyleşide. Yeryüzünden ve anlamdan büsbütün kopan
dadaizme, letrizme sapan bir yol değildir şiir onun için. Şiir tanımları antolojisi gibi bir çalışma yapılsa
bu kitaba girecek en dehşetli tanım açık ara Cemal Süreya’ya ait olacaktır: “ Güneşten yırtılmış caz
kavaldan akan gökyüzü…” Sadece Nefi ve Cemal Süreya’nın yer aldığı bir başka antoloji de Darphane
yönetmiş şairler antolojisidir. Zira Türk şiirinde bu kurumda görev yapan sadece iki şair bulunur.
Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat karasularında başlayan ilk taarruz sonrasında şiirimiz
gerçek manada bir arayış peşine düşmüştür. Garipçiler, ikinci Yeniciler için bir kılavuz olmasalar bile
güçlü bir ilham olmuştur bana göre. Oktay Rıfat’ın Perçemli Sokak’ı esasen Garip şiir manifestosundan
kopmuş yepyeni bir anlayışı haber verir. Bu anlayışta, artık gündeliğin, sıradanın; şiirselden uzak
şiirini kaleme almak değil, saltık şiirin rastlantısallığı üzerine kafa yormak vardır. Melih Cevdet Anday
da gösterir aynı tavrı, özellikle son şiirlerinde Rahatı Kaçan Ağaç mesela İkinci Yeni’yle fazla yakındır.
Ömrü vefa etse Orhan Veli Kanık bütün bu kaynamanın odağında yer alırdı şüphesiz. Gelin görün ki
olmadı öyle.
Dönelim Cemal Süreya’ya. Adı geçen şairler, şiirin kendiliğinden oluşan yalın görkemiyle
yüzleşmek isterler. Cemal Süreya da o görkem üzerine açar yelkenini; bir şair, sadece şiir kompoze
ederken değil hayatının her anında kafası şiirle ve şiirin büyük gerçeğiyle meşgul olan insandır ona
göre. Yürürken, beklerken, yemek yerken, hayret ederken, konuşurken, susarken bu çerçeveden
bakmalıdır hayata şair.
Cemal Süreya’nın da içinde bulunduğu İkinci Yeni şiiri, tam manasıyla bir mahfil edebiyatı
değildir. Akıma mensup olduğu ifade ya da iddia edilen çoğu şair, hiç tanışmamış ya da çok geç
tanışmışlardır. Şair, Edip Cansever, Sezai Karakoç’u sokakta görse tanımaz, saptamasında bulunurken
bu gerçeği dillendirmek ister biraz da.
Sezai Karakoç’un “Bir jest şiiri seninki” tespitinden çok memnundur. Bu niteliğinin bir başka
şair tarafından fark edilmesidir onu memnun eden. Değer verdiği bir başka şair. Şiirindeki, anlamı belli
devinim ve davranışların yitip gitmesini istemez belki de kim bilir? Yaşasaydı ve onunla bir söyleşi
imkanım olsaydı selam kelamdan sonra yönelteceğim ilk soru bu olurdu. “ Şiirinizin bir jest şiiri olarak
anılmasından neden bu kadar memnunsunuz?”
On yedi dergi, dört evlilik, bir meslek batıran adam olarak hangi konuda yetenek sahibi
olduğu üzerinde çok düşünür. Acizane fikrimi paylaşmak isterim: Anın anatomisinin sonradan
tasarlanan estetik evreninde çok iyidir Cemal Süreya, bir başka deyişle şiirde…
Fatih ÖĞÜT