Telefonu kapattığımda, zihnim çoktan Gölören köyündeki bir yaz tatilinin soluk
anılarında kaybolmuştu. Arayan muhtardı ve babaannemin bir hafta önce vefat ettiğini,
dedemin tek başına kaldığını söyledi. Bir haftadır bize ulaşamıyorlarmış. Dediğine göre
soyadımız değiştiği için, çok zor bulmuş bizi. Dedem Anadolu'nun gizli ama en büyük
tarikatlarından birinin şeyhi idi. Çok az insan bilirdi tarikatı ve köydeki dergâhı, dediklerine
göre dedemin dolayısıyla bizim soyumuz Ebu Hanife'ye dayanırmış. Belki de bu yüzden saklı
tutulurdu tarikatın varlığı! Dedem babamı iyi bir tahsil görmesi için küçük yaşta İstanbul'a
yollamış. Sonra ne oldu, neden babam bizi dedemden ve tarikattan koparıp soyadımızı
değiştirdi ve ondan uzak bir hayat sürmeyi seçti bilmiyorum ama bu haberi babama vermem
lazımdı. Babam emekli bir edebiyat profesörüydü ve annemin vefatından sonra hayatını
tamamen okumaya adamıştı. Evden pek çıkmaz sadece ara sıra sahaflara ya da tanıdığı
kitapçılara giderdi. Bu kez yanına keyifsiz bir haberle gideceğimden ona aslında doğum günü
için aldığım hediyesini de erkenden götürmeye karar verdim, Ulysses'in 1923'te yapılan ilk
baskılarından biriydi bu ve bana oldukça tuzluya patlamıştı.
Kahveleri yaptım ve son 20 yıldır duvar kağıtlarından mobilyalarına hiç bir şeyin
değişmediği salonumuzda oturduk. Hediyesini aldığında artık beni tamamen unutmuş, bir
çocuk gibi pelur kağıdını yırtıyordu. Kitabı gördüğünde yüz hatları önce dalgalandı ve gözleri
ıslandıysa da hemen toparlayıp otoriter sert öğretmen moduna geri döndü.
_ Harikasın evlat, seni zevkli ve sofistike yetiştirmişim.
Hediye seçimimden bile kendisine pay çıkarsa da onu seviyordum.
_ Nice yıllara baba ama doğum gününde vermek istemeyeceğim keyifsiz bir haberim var,
babaannemi kaybetmişiz.
Önce bir süre elindeki kitaba baktı sonra kalkıp çalışma odasına gitti. Ona kendisiyle kalması
bir kaç dakika verdim sonra yanına gidip ona sarıldım.
_ Dedem hayattaymış ama şu an yalnız kalmış bakacak kimsesi yokmuş.
Aniden benden bir adım geri çekildi ve panikle bağırdı:
_ Sakın! Sakın gidip de onu görmeye ya da daha korkuncu alıp buraya getirmeye kalkma!
_ Henüz böyle bir düşüncem yok ama neden?
Yorgun bir öfkeyle masasına oturdu. Bir gün bu konuyu konuşmak zorunda kalmamayı
umuyordu oysa.
_ Çünkü deden delirdi! 25 yıl önce yavaş yavaş delirdi ve daha da kötüsü bunu kimse kabul
etmedi. Ta ki…
Burada bir es verdiğinde yüzü bembeyazdı.
_Ta ki ikinci cinayetini işleyene kadar!
_ Ne? Cinayet mi?
_ Evet deden deliriyordu, önce bir müridi öldürdü ama örtbas ettiler. Sonra bir akşam çok
büyük bir tarikatın lideri olan bir başka şeyhin boğazını kesene kadar! Tabii ki dedene kimse
dokunamadı, şikâyetçi olmadı ama bu olaylardan sonra çevresinde kimse kalmadı. Yıllar
içinde tarikatı da tıpkı saygınlığı gibi yok olup gittiğinde yanında bir tek babaannen kalmıştı.
Kadıncağız giderek kontrolden çıkan dedene inatla ve sabırla baktı.
_ Bizi bu yüzden mi uzaklaştırdın dedemlerden?
_ Bence artık yeter, şimdi evine git biraz dinleneyim ama senden rica ediyorum dedenle
iletişime geçme!
O gece rüyamda dedem olduğunu söyleyen beyaz sakallı ve yeşil sarıklı yaşlı bir adam
gördüm. Ölmek üzereydi ve yardımıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Sabah ter içinde sıkıntıyla
uyandım, köyün muhtarını aradım ama ulaşamadım. İçim rahat etmiyordu babamdan gizli o
gece yola çıktım, ertesi sabah erken saatlerde köye giden ara yoldaydım. 1100 km boyunca
sorun çıkarmayan aracım köye birkaç km kala bozulunca, çekmeyen cep telefonumla kırsalda
yürümeye başladım. Çevrede kimseler yoktu ve ben telefonumdaki navigasyona güvenmek
zorundaydım. Yarım saat kadar sonra patikanın aşağısında yaşlı bir adam gördüm, bana el
ediyordu. Yanına gittiğimde elini omuzuma koydu:
_ “Torunum hoş geldin!”
Gerçekten de bir önceki gece rüyamda gördüğüm adamdı, dedemdi! Yıllar sonra beni
tanımıştı ve sanki beni bekliyordu bu yolda!
_ “ Dede? Bu ıssızda ne arıyorsun?”
Ellerini öptüm, sarıldık.
_ “Gel dergâha geçelim konuşuruz.”
Patikadan aşağı yürüdük on dakika kadar, dedem zor nefes alıyor gibiydi. İleride dergâhı
gördüm ya da ondan geri kalanları. Taş evin girişi ikinci kattaydı ve çok sayıda basamak
çıkmak gerekiyordu, merdivenin başında bana:
_ “ Sen çık ben yavaş yavaş gelirim.” Dedi. Bunu söylerken sol yumruğunu göğsüne
bastırıyordu. Yardım etmek istedim ama istemedi.
Üst kata vardığımda arkamı döndüm ama dedem merdivenlerde değildi, bir an için geri
dönüp ona bakmaya yeltendim ama içeriden bir ses geldi:
_ “Gel içeri gel.”
Kapıdan baktığımda dedem rahlesinin başında oturuyordu!
_ “Nasıl olur? Biraz önce aşağıda değil miydin sen dede ?”
_ “ Otur otur, önce bir soluklan anlatacağım.”
Bal şerbetlerimizi içerken ona İstanbul’daki hayatımızı anlattım. O da bana köydeki son
zamanlarından bahsetti.
_ “ Dede biraz önceki olay neydi öyle? Nasıl benden önce yukarı çıktın?”
_ “Ben zaten hep buradaydım evladım.”
_ “Nasıl yani, sen beni gelip yoldan almadın mı? O kimdi?”
_ “O da bendim.” Bunu söylerken gülümsedi.
_ “ Torunum seni neden buraya çağırdığımı ve kim olduğumu anlaman için sana
anlatacaklarımı iyi dinle. Kendimi daha küçük bir çocukken Allah’a adadım, çıktığım bu yolda
zaman geldi seyr-i fillâh denen bir aşamaya geçtim ki orada yaratanla bir oldum! Bunu
anlamanı beklemiyorum ama bu aşamada gözlerimdeki ve ruhumdaki perdeler kaldırıldı
bana ilm-i ledün bahşedildi. Bu sayede sıradan insanların göremediklerini görüp bilme,
yapamadıklarını yapma gücüne kavuştum. Bu ilim sayesinde aynı anda farklı yerlerde var
olabiliyorum. İstersem rüyalarda istersem gerçek dünyada her hangi bir yerde, anlatması zor
ama bu durum aslında insanlığın çözmesine müsaade edilmeyecek olan kuantum dolanıklığı
meselesi gibi biraz.”
Annem dedemin her zaman özel biri olduğunu, Allah’ın mukaddes kullarından olan seçilmiş
biri olduğunu anlatırdı ama açıkçası bu duyduklarım mantık sınırlarını aşıyordu.
_ “Bak evlat, bu gördüğün dünyada bizimkiyle iç içe geçmiş iki ayrı âlem daha var. Gayb
dediğimiz bu âlemlerin birincisi mutlak gayb fanilere yasaklanmıştır, asla bilinemez! İkincisi
olan izafî gayb ise, Allâh izin verirse bilinebilir. İzafi gaybın en önemli
bölümü, ahiret dediğimiz, ölüm ötesi yaşam boyutudur işte ben bu âlemi gördüm.
Oradakileri sana anlatamam ya da tarif edemem ama peygamberimizin “ Siz benim
bildiklerimi bilmiş olsaydınız, çok ağlar, az gülerdiniz” sözünün anlamını o zaman anladım.
Gördüklerimi delirmeden sindirebilmem ve az da olsa anlayabilmem bir yıl sürdü. Gözümdeki
perde kalktığında fark ettim ki izâfi gayb’ta yaşayan bazı cinler orada çektikleri azaptan
kurtulmak için, arafta açtıkları bir delikten gizlice bizim tarafımıza geçiyorlardı. Sıradan
insanlar onları göremezler bu yüzden cinler rahattırlar ama bilmiyorlardı ki bazı kulların
gözlerindeki perde kaldırılmıştır. Bu cinler bizim tarafa geçtiklerinde sıradan insanların
kimliklerine bürünürler ancak insandan çok daha üstün varlıklardır. Bir cin zaman ve mekân
tanımaksızın yolculuk edebilir, maddelerin özünü değiştirebilir. Kendilerini gizlerler ama bana
verilen ilim sayesinde içlerinden birini yakaladım ve konuşturdum, öğrendim ki dünyadaki en
yüksek konumlarda bu cinler otururmuş aslında! Bu âlemdeki bedenleri vaktinden önce
ölürse onlarda geldikleri âleme geri dönerlermiş ve bu kez mahşere dek kalırlarmış!
İçlerinden birini yakaladığımı öğrendiklerinde benim ilim sahibi olduğumu fark ettiler ve
dergâhtaki yardımcılarımdan birinin yerine geçtiler. Bu mâhluk bir gece beni öldürmeye
kalktığında hazırlıklıydım. Mürşitlerden güvendiğim birkaç kişiyle cesedi gömüp olayı
sakladık. Bir kaç gece sonra az sayıda mürşit ile birlikte kapalı bir sohbet düzenlemiştim. O
geceye davetlim olarak katılan ve de büyük bir tarikatın şeyhi olan İsmail Hoca’nın, gözlerini
benden ayırmadığını fark ettim, sohbet biterken aniden etrafımdaki dünya değişti! Her yer
kan kırmızı oldu ve müritler taşa döndü, İsmail Hoca yerinden kalktı ve bana doğru dönüp
bağırdı:
_ “Üstündeki dualar ve ledün ilmi seni koruyabilir ama bu dergâhtaki ve köydeki fanilerin
kanını akıtacağım hem de bu gece!”
Bir an sonra her şey tekrar normal görünümüne döndü, İsmail Hoca önüne bakıyordu ama
dudaklarına pis bir gülümseme vardı. Sohbet bitene kadar bekledim, mürşitler dağılırken
hocayı kolundan tutup odaya geri soktum.
_ “Ben seni tutarken uçup gidemezsin ifrit!”
_ “Allah’ın ilmine çok güveniyorsun ama biz her yerdeyiz ve güçlüyüz çamurdan gelen.”
Başka laf etmesine izin vermeden hızla belimdeki cenbiye’yi çıkarıp boğazını kestim. Bir süre
bekledikten sonra mürşitlerimi çağırdım ve durumu anlattım, cesedi gizlice gömüp sessizlik
yemini ettiler ancak bu kez öldürdüğüm kişi saygı gören ve kutsal bilinen bir zat-ı
muhteremdi ve onun bir cin olduğuna inanmakta zorluk çekiyorlardı. Ertesi sabah
mürşitlerim ve müritlerimin bir kısmının dergâhı terk ettiklerini öğrendim! Kalan herkesi
toplayıp cinleri ve insan kılığında dolaştıklarını, onları sadece benim gördüğümü anlattım.
Kısa sürede delirdiğime dair dedikodular yayıldı ve çevremde kimse kalmadı. Bu koca
dergâhta bir başımaydım beni sadece karım terk etmedi, bana inandı. Baban ise bunları
öğrendiğinde benimle tüm bağını kopardı, sanki size zarar verecekmişim gibi.”
Duyduklarım karşısında sersemlemiştim, bir yanım kalk git buradan derken diğer yanım nemli
gözleriyle bana bakan yaşlı adama inanıyordu.
_ “Torunum bak, bu cinlerin geldikleri yere geri dönmelerini ve bu tarafa geçmemelerini
sağlamanın bir yolu var. Diğer âleme geçip araf’ta gerekli duayı okuyacaksın o zaman var olan
delik kapanacak, kapanırken de buradaki tüm cinleri bir vakum etkisiyle kendine çekecek.
Benim bu âlemdeki zamanım doldu artık, son bir senede iki kalp krizi geçirdim. Benim bunu
yapmaya gücüm yetmez ve de sana sahip olduğum ilmi veremem ama bildiğim bazı sırları
öğretebilirim. Diğer taraf geçip bunu başarmana yetecek sırlar bunlar ve ancak kendi
kanımdan birine güvenebilirim bunun için.”
_ “Dede bir dakika, benim böyle bir şey yapacağımı nereden çıkarıyorsun? Evet çocukken
temel bazı bilgileri ve eğitimleri aldım hatta bunları tamamen hatırlıyorum da ama şimdilerde
ben pek inançlı biri değilim. Kaldı ki bu fantastik hikâyen de çok mantıklı gelmedi bana,
paralel evrenlerden hatta cinlerden bahsediyorsun burada!”
İşte o anda dedemin kaşları çatıldı, nemli gözlerinde ateşler yandı, kalın bir sesle bilmediğim
bir dilde kelimeler fısıldadı. Önce boşluğa düştüğümü hissettim sonrasında çevremde
anlamadığım yazılar, şekiller dönmeye başladı. Evreni gördüm, dünyanın yaratılışını ve sonra
melekleri. Ateşten dev bir iblis üzerime geldi o sırada dedem elimi tuttu ve odaya geri
döndüm! Bir an içinde beni bu evrenin başlangıcına götürüp geri getirmişti! Dehşete düşmüş
haldeydim, artık karşımda oturan çaresiz yaşı bir adam değildi. Gözleri kararlılıkla bakan ve
ne dediğini iyi bilen bir suret vardı karşımda.
_ “Sadece tövbe et. Ben senin diğer âleme gitmen ve geri dönmen için yardımcı olacağım.
Biraz önce etrafını saran kelimeler esma-i hüsnadır. Onlar yaratıcının kutsal isimleridir ve tüm
âlemlerdeki en güçlü sözlerdir. Şimdi sana ism-i a’zam duasını öğreteceğim, bu duayı
okumakta öğretmekte yasaklanmıştır aslında. Bu duayı okuyan ne dilerse o olur. Büyük bir
iyilik yapacaksın insanlık ve bu dünya için ama çok büyükte bir günah işleyeceğiz. Benim
senden ilk ve son isteğimdir bu deden olarak.”
Dedemin ağızından çıkan her harf bir büyü gibi beni sakinleştiriyor, içimi bir
kabullenmişlik kaplıyordu. Biraz önceki inançsız, kuşkulu ben gitmiş yerine kendine güvenen,
inanç sahibi biri gelmişti. Nasıl yaptıysa içimdeki tüm korkuyu ve şüpheyi yok etmişti dedem.
_ “Pekiyi deneyelim bakalım ama ne yapacağım tam olarak?”
_ “Önce yaptığımız şeye inanacaksın sonra seni diğer âleme yolladığımda cinlerin geri
dönmeleri için niyet edeceksin ve hızlıca öğrettiğim duayı okuyacaksın. Çevrende ne olup
biterse bitsin konsantre ol ve işini çabuk bitir, dua bittiğinde cinler gayba dönecekler ve sen
tekrar duayı okuduğunda buraya geri geleceksin.”
Ellerimi avuçlarının içine aldı, alnını alnıma dayadı ve önce kısık bir sesle okuduğu duayı
ben ezberleyene dek bana tekrar ettirdi. Duayı kusursuz şekilde ezberlemem ve
okuyabilmem bir kaç saat sürdü, başımı dedemin başından ayırdığımda etrafın karardığını
fark ettim. Dedem kalktı ve dolaptan eski bir gaz lambası çıkarıp aramıza koydu.
_ “Şimdi git abdest al, sonra başlıyoruz.”
Çocukluğumdan beri abdest almamıştım ama unutmamıştım da, dedemin verdiği beyaz
hulleyi giydim ve tekrar dedim karşısında yere oturdum.
_ “Şimdi hazırsan gidiyorsun. Korkma, ben burada senin için elimden geleni yapacağım.”
Duaya başladığında yüzü kızarmış nefes alışı sıklaşmıştı sanki okuduğu bu yasak kelimeler
onu öldürüyordu. Dudaklarından kısık sesle ve acıyla çıkan sözcükler çevremi sardı ardından
hiçbir ağırlığım kalmadı ve göğe yükselmeye başladım, bu âlemden ayrılırken dedemin eli
göğsünde yere düştüğünü fark etmemiştim bile. Yüzüme vuran serinlik ile yarı şeffaf
duvarlardan geçtim, yavaşça aşağıya indiğimde ayaklarım sert soğuk bir zemine bastı.
Simsiyah, mat bir yüzeyin üzerindeydim. Yukarıda, gri bir gökyüzü altında kara bulutlar delice
hareket ediyorlardı. Kulakları yırtan tiz bir ses çıkaran kanatlı varlıklar geçiyordu bazen.
Çevreme baktığımda gördüm ki üzerinde durduğum aslında ince bir duvardı ve ne başlangıcı
görünüyordu ne de sonu. Aşağısı ise karanlıktı ama sayısız bedenin acı içinde inlediğini ve üst
üste birbirlerini ezdiklerini farkedebiliyordum, arkama baktığımda ise diğer tarafın aydınlık
olduğunu ve kara bulutların o tarafa gitmediğini fark ettim. O tarafta çok az insan vardı,
renkli çiçek tarlaları ve yeşillikler içinde mutlu görünüyorlardı. Üzerinde durduğum duvar
karanlık ve aydınlık iki kısmı ayıran sonsuz bir sınır gibiydi. Giderek yükselen korkunç tiz bir
ses duyduğumda karanlık taraftan aşağıya doğru baktığım ve korkunç bir mâhluğun duvara
tırmandığını gördüm, bir noktada durdu ve pençesiyle duvara bir şekil çizdi. Duvarda ateşten
bir boşluk açıldı yaratık oraya girdiğinde delik kayboldu. Dedemin anlattığı cinlerden biriydi
bu muhtemelen, hemen duayı okuyup buradan gitmeliydim. Niyet ettim, ellerimi iki yana
açıp yasak duayı okumaya başladım. Ayağımın altında yer sallandı, kuşlar ve cinler sustu,
bulutlar durdu! Gökyüzünden karanlık tarafa ışıktan bir kule indi. Cinler dünyadan karanlık
tarafa çığlıklar içinde ardı ardına düştüler. Biraz sonra büyük bir uğultuyla ışıktan köprü yok
oldu, araf bendi son bir kez titredi.
Başarmıştım, tüm cinler ait oldukları âleme dönmüşlerdi ve mahşere dek burada kısılıp
kalacaklardı. Artık kendi dünyama geri dönmeliydim, tekrar duayı okumak istedim ama bu
kez hatırlamıyordum! Defalarca denedim, tek kelimesi bile aklımda değildi, silinip gitmişti!
Nasıl olmuştu bu? Paniğe kapılmıştım, bir sağa bir sola yürüyor aklıma gelen her kelimeyi
tekrar ediyordum! Şoka girmiştim, dua hariç her şeyi hatırlıyordum, o yasak kelimeler bir kez
dudaklarımdan çıktığında sonsuza dek uçup gitmişlerdi. Araf duvarının üstünde sonsuz bir
yalnızlıktaydım şimdi ve yüzüm karanlık tarafa dönük öylece kalakalmıştım. Bir zaman sonra
yanımda bembeyaz bir melek belirdi. Gözlerime baktı huzurla.
_ “Ey fâni, biraz önce insanlık âlemini bir beladan kurtardın ve büyük sevap işledin ama aynı
zamanda tüm varlıklara yasaklanmış bir duayı okuyarak korkunç bir günahta işledin.
Günahları ve sevapları eşit insanlar mahşere dek burada, arafta beklemek zorundadırlar. Ta
ki yaradan hakkınızda karar verene dek. O zaman cennete mi diğer tarafa mı yollanacağınızı
öğreneceksiniz. Bu arada o hadsiz cinler bazen araf’ın üstüne çıkarlar ve burada bekleyen
fanilerle uğraşı onlara zarar verirler. Sana onları defedebileceğin bir silah veriyorum, bu
aslında sadece meleklerin sahip olduğu bir ışık mızrağı. Dokunduğun anda onları küle
döndürür. ”
Elime neredeyse boyum kadar ışıktan bir mızrak verdi, bir şeyler söylemek istedim ama
melek bir anda ileriye doğru süzüldü. Biraz ötede duvarın üstünde ışıktan bir kapı açıldı,
melek kapıdan girenleri bir baloncuğun içine koyup bazılarını duvarın aydınlık bazılarını
karanlık tarafından aşağıya itiyordu. Bir an dedemi gördüm kapıda, o tarafa doğru
hareketlendim ama melek onu da karanlık tarafa itti! O anda kafama dank etti gerçekler,
dedem yaratanın düzenine karışmış ve büyük küfre düşmüştü bu yüzden yeri cehennemdi.
Işıktan kapı kapandığında melekte gitti.
Anlattıklarımın üzerinden ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama hakkımda verilecek kararı
bekleyecektim bu incecik duvarın üzerinde yalnız başıma, kimseyle konuşmadan ve daha ne
kadar süreceğini bilmeden. Bitmeyen bir döngünün içindeyim, zaman zaman o çirkin
cinlerden bazıları saldırmayı deniyorlar ama hepsini geldikleri cehenneme geri yolluyorum.
Ait olmadığım bir âlemde sıkıştım, yüzümü aydınlık tarafa, cennete doğru döndüm ve
oradakilerin mutluluğunu izleyip umutla hayaller kuruyorum. Bir gün o mutlu kalabalığın
içinde olacağım ben de, delirmemek için buna inanmaktan başka çarem yok.