Tanzimat’tan beri tekrarlanan tek bir lakırtı: Batı’nın Özgürlük Normu. Belki de bunu, insanları harflere kalbeden Batı diliyle söylemek gerek: BÖN! (Bkz. UNESCO, NATO, NASA) Buna ruhsal BÖNLÜK demek daha doğru bir tabir de olabilir.
Şapşal bir hayranlık asırların sırtından sıçrayarak büyüdükçe büyüdü, günümüz ‘modern’ dünyasının temellerini oluşturana dek… Ve şimdi bütün bir ses haline gelerek, öteki-sesleri parçalara bölen bir bıçak oldu. Cemil Meriç Kültürden İrfana’da “Genç Osmanlılar, Batı’nın yeniçerileridir.” demişti. Belki bu haykıran ses de bıçağın altında paramparça. Yine de bazı kulaklara taşınabilmiş, öyle ya da böyle…
Dostoyevski Suç ve Ceza’nın sonunda şöyle bir sahne tasvir eder. Bir nehir, biz berisindeyiz. Ötesi, orası’dır. Orası, bütün güzelliklere kapı açan bir cennet bahçesi. Orası, bütün sesleri kucağına yatıran bir anne şefkati. Orası, bütün saçmalıklara kapı aralayan insan hakları… Biz kendimizi göremez olduk. Sloganlar, harf kalabalıkları, Orası denen yerden bize izletilen parça parça güzellikler yüzünden tanıyamaz olduk kendimizi. Oraya diktik gözlerimizi, Batı’nın kendini güzellikler aynasında büyüttüğü yansımasına. Ve dedik ki Orada özgürlük, ve dedik ki orada Dünya’nın cenneti.
Peki bu cennetin arkaplanına bir bakalım mı? Özgürlük dediklerine… Orada İsa Mesih’e sövmekte bile özgürdün. Bu, korkunun prangalarını ayaklarında taşıyan bir millete cennet gibi gözüktü. Orada dini en aşağılık boyutlarda tenkit etmek özgürlüktü. Bu, cehaletin kanat sanıldığı bir coğrafyada cennet gibi gözüktü. Belki de cennetin esiriyiz, cennet özleminin. Bir yazımda yazmıştım: Muasıra muhasırız. Muasırın esiriyiz… Şimdi bu idealin paramparça döküldüğü ve tozlarına dağıldığı şu manzaraya bir göz atalım: Batı’nın hiçbir bölgesinde Filistin’i destekleyemezsin. Sosyal medya ‘şaklabanlığının’ tamamında yasak. Birçok Avrupa ülkesi Filistin destekçilerini engellemek için çok katı tedbirler aldı. Kendi ikiyüzlü özgürlüğünü de hesaba katmayı unuttu sanıyorum. Ama böyle söylenmemişti, dedi bir sürü şaşıran ses. Batı’nın özgür dünyasında farklı ‘değer’lere sahip olmak mümkündü, dendi. Kimileri şaşırdı, kimileri şaşıracak idrake bile sahip değildi belki. Yine de değer dediğimiz şeye bir bakalım. Belki de ‘değer’ kavramı birbirini tutmuyordu iki farklı coğrafyada. Hz. İsa’ya, kendi değerlerine bile sövüyorlar, ne kadar özgürler, dendi. Ama işin içine gerçekten değer verdikleri sermaye ve para girince, makam kaygılarını düşününce bu ‘izinli’ özgürlük tekrardan geri toplandı herkesten. İstediğini konuşabilirsin, dendi kısaca, ama benim verdiğim kelimelerle. İstediğin resmi çizebilirsin, benim verdiğim boyalarla. İstediğini düşünebilirsin…