Sevgili okurum! Hikayemi okumaya başladığın için teşekkür ederim.
Açıklama : Her canlının bu dünyaya gelmesinde bir neden vardı. Ancak onların ki ise birbirlerinden habersiz bağlanmış kökleriydi…
Hapis olduğum efsuni karanlığın içinde saatlerce yürüyordum. Her karanlığın arkası sanki bir ışık cevheriydi. Rengarenk desenlerle kaplı büyüklü küçüklü bir çok kapı görüyordum.
Aniden gelen korku hissiyle vücudumun terlediğini her bir zerremin alev alev yandığını hissettim. Nefes alışverişlerim bir anda yavaşladı. Ellerimin üzerinden soğuk soğuk terler dökülmeye başladı. Göz kapaklarımın üzerine bir kalkan örtülmüş gibi kıpırdatamıyordum. Bedenim siyah bir kefen giymiş gibi karanlığa karışıp eriyordu. Korkuyordum, titriyordum sıkıştığım girdaptan kurtulmak için kendi kendime çare olmayı diledim.
Titreyen göz kapaklarımla etrafıma baktığımda alt kısımlarından saniyelik hızla geçen ışıkla yedi farklı kapı gördüm. Her bir kapı birbirinden farklı bir tona sahipti. Hepsinin üzerinde kendine ait olan anahtar vardı. Karanlıkta bir adım atmaya kalktığımda ayağımın altındaki zemin sıvılaşarak yürümemi zorlaştırdı. Adımımla bir kapının anahtarını alıp bu karanlıktan bağlarımı koparmak istedim.
Hangi yöne doğru dönsem kulak zarlarımı parçalayacak kadar derin çığlıkları duyuyordum. Bu sesler feryadı dinmeyen yakarışlarda da neydi? O kapıların arkasında neler vardı? Bedenimden harektsiz olarak klonlanmış bir şekilde birkaç adım attım. İçimi sızlatan feryatların zihnime bıraktığı korkutucu düşünceyle tekrar yanıp sönen ışıklara baktım. Kendi etrafımda çaresizce dönerek küçükte olsa bir ışık aradım.
Karanlık ışığı saatlerce aratırmışta, ışık karanlığı hep unuttururmuş.
Üzerime binen siyahın kasvetiyle mıh gibi olduğum yere sabitlendim. Karanlık başkaydı, kimsini delirtecek kadar korkuturken ben kendi farkındalığımı, çaresizliğimi karanlıkla örterdim. Onun puslu sert duvarlarını aşıp içeri girip, korkuyu zihninden uzaklaştırarak blokajlamamı söylerdi.
Karanlığın ters darbesiyle boğazıma ip gibi dolanan siyah buhara baktım. Nefes aldıkça genzimi acıtan tat karanlığın zehriydi. Ardı arkası kesilmeyen öksürüklerimle boğazımı tutarak kaçmaya çalıştım. Yanık duman tadı veren sinsi buhar, görüş açımı kapatarak kendi saydamlığını gözlerime kapattı. Saydam bir sisi buharının arkasında nesnelerin canlılığını aradım. Tıpkı boş bir zihnin şemasını oluşturmak için bir nesneye muhtaç duyması gibi.
Birden sarsıcı bir titreme ile uyandım. Buz gibi kesilen ellerimle başımı ovaladım. İnsanların ilk uykuya daldıklarında ruh bedeni terk ederek rüyalar alemine dalmak için bedeni titreterek çıkarmış. İnsanoğlu ise bunu bir yerden düşermiş gibi titreyerek olduğu yere sabitlenmeye çalışırmış.
Gün çoktan siyahlığı arkasında bırakarak yeni bir güne aydınlanmıştı. Bense hala yatağımda odamın sararmış tavanlarına bakıyordum. Şuan zihnimdeki hücreler o kadar hantallaşmıştı ki düşünemez hale gelmiştim. Gözlerimi açıp kapayarak göz kaslarım la reflekslerimi harekete geçirip beynime uyarıcı tepkileri gönderdim. Görmüş olduğum şeyler zihnimde tekrar canlandığında gerçeğin kollarına tutunup evimde olduğumu kendime hatırlattım. Dakikalar içinde zihnim eski formunu kazanıp, sadece kendisinin oyunu olan bir rüyadan uyandığımı hatırlattı. Yatakta kendime biraz süre tanıdıktan sonra yavaşça ayağa kalktım.
Yatağımdaki nevresimi dikkatlice düzenledim. Düzene çok fazla önem verirdim. Bana göre kurulu bir evin düzeni zihnimin düzenini yansıtırdı. Dağınık olan bir evde zihnim yeterince düşünemez ve odaklanamazdı. Bu düşünceyle her sabah yeni güne yatağımın düzeniyle başlardım. Yeni bir gün demek yeniden başlangıç demekti.
Penceremden içeriye süzülen ışığın arkasındaki dünyaya bakmak istedim. Ne vardı ki sanki her yer kurak, yağışı hiç olmayan, her dışarı çıktığımda sorun yaşadığım insanlarla dolu bir şehirdi. Bu şehrin bende bıraktığı olumsuz vakalar yüzünden yeterince onu sevememiştim. Uzun süredir bu şehirdeyim ancak ruhum küçüklük anılarımda gelgitler yaşıyordu.
Küçük yaşta anne ve babamı kaybetmiştim. Hep çalışmakla didinmekle geçen bir hayata sahiptim. İçerisinde barındığım bu küçük ev ise her yeri sararmış, dökülmüş, harap olmuş şekildeydi. Üstelik kalmış olduğum bu yıkık dökük bina için belli bir miktar para ödemek zorundaydım. Kira paramı ve masraflarımı karşılamak için her gün saatlerce örgü işi yapıyordum. Geçim kaynağımı sadece bu işten sağlıyordum.
Zamanında bu şehirde gezmediğim iş yeri kalmamıştı. Kimse de dönüp beni işe almamıştı. Sebebi ise dış görünüşümden kaynaklanıyordu. Haksız da sayılmazlardı. Çünkü ellerimin üzeri mayın tarlası döşenmiş gibi delik deşik yaralara sahipti. Vücudum ve yüzüm olmak üzere birçok yerimde delik ve iz doluydu. Asla güzel bir kız değildim. Hep o perdenin arkasına saklanmış tüm olanı biteni bilen ama söz hakkı verilmeyen umursanmayan ajandım.
Kendimce bu muameleyi asla hak etmediğimi kendime hatırlatırdım. En çaresiz kaldığım anda bile bir yardımın elime uzamasını beklerdim. Bana göre insanlık böyle anlatılmamıştı. Sığ düşüncelerle yaşayan insanların zırhlı düşüncelerini kırmak zordu. O düşünceler putlar kadar sert, kırıldığında ise tapmak ümidiyle yeniden oluşturulurdu. Ancak kendi hayatımın rotasını benden başka belirleyecek kişi de yoktu.
Bu haldeyken nasıl iş bulacağımı değil hayatta nasıl barınacağımı düşünürken yaşlı bir amca sonunda bana el uzatmıştı. Belli bir ücretin karşılığında her gün çeşitli örgü modelleri örmemi istemişti. Ben de bir nebze olsun yaşadığım zorlukları aşmak için bu işi kabul etmiştim. Bu hayatta belki de karşılaşmış olduğum en iyi insanın tanıştığım amca olduğunu düşünürken birden aklıma amcanın dün dedikleri geldi.
Bugün saat 11:00 de yeni iplik siparişlerinin evime geleceğini söylemişti. Yaşlı amcanın böyle demesine afallamıştım. Normalde yaşlı amca evime her geldiğinde örmüş olduğum modelleri alır ve bana yeni iplikler getirirdi. Her gelişinde elinde bulunan birkaç ev malzemesiyle bana destek olurdu. Bu sefer farklıydı. Ben görüntüm sebebiyle çok fazla dışarı çıkmazdım. Dışarı çıkmak için beni mutlu eden bir sebep yoktu. Çıktığımda ise sadece telefonuma bakar ve hiç kimse ile muhabbet etmeden eve dönerdim.
Ama artık işler değişmişti yaşlı amca artık kendisinin gelmeyeceğini iplikleri kendi evimden almam gerektiğini söylemişti. Başta bu durumu kabullenmesem de geçimim için bu iplikler şarttı. Bu yeni duruma zamanla alışacağımı düşünüp yaşlı amcanın kararına saygı duydum. Sahi alışmak kelimesi olmasaydı insan yaşadığı zorlukları nasıl kabullenirdi? Alışmaktan sesizce kabullenişin habercisi değil miydi?
Zihnimde birbiri arkasını kovalayan düşüncelere son vermek için mutfağa doğru ilerledim. Mutfakta kendime ne bulduysam hazırladım. Tabiki de her sabah ekmek olmayınca karnım doymuyordu. Yediğim ekmeğin tokluk hissini hiçbir duyguda ve insanda bulamıyordum. Çayımı asla şekersiz içemezdim. Bana göre tadı olmayan hayatımdan şeker katarak hıncımı alıyordum. Çaylarını şekersiz içen insanlara hep şaşırırdım. Onları ne mutlu ediyor ki, hayatlarından şekeri uzaklaştırıyorlardı. Bunu bende başarmak isterdim. Eskiden olduğu gibi ailemin sıcak evinde uyanıp, onlara sevgiyle bakmayı defalarca içimden dilemiştim.
Kahvaltımı ettikten sonra ayağa kalkıp etrafımı düzenledim. Her yeri kontrol ettikten sonra düzenini beğenip dünden kalan kırmızı örgülü köpek modelimi tamamlamak için tıglarımı elime aldım.
Annemin küçükken bana söylediği sözler kulaklarımdan asla çıkmazdı. Sanki onun sesi kulağıma yansıdığında sülieti gözlerimin önünde belirirdi. Hafifçe gülümseyen pembemsi dudaklarıyla kahve gözleri ışıltıyla parlardı.
“Miniğim, yaptığın her işi hakkıyla yap her ne olursa olsun. Hangi alanda tam hakkıyla yaparsan dünya bütün fırsatları senin önüne serer.” Ah bu sözleri aklıma geldikçe sulanan gözlerimle dediklerini yerine getirmeye çalışırdım.
Sulanan gözlerimin aksine soğukkanlı kalmaya çalışarak önümdeki işe odaklandım.
Kırmızı örgülü köpek modelim için ayak kısımlarından başlayarak örmeye başladım.
Özenle her bir figürünün düğümünü atarak düşünmeye başladım. Örmeyi seviyordum. Belki de bu dünyaya sadece örmek için gelmiş olabilirdim. Bir şeyleri örüyordum tamamiyle kendi fikirlerimle ve zevklerime göre. Bel kemiği tutmayan şu hayatımı da örerek kendi istediğim şekilde görmek isterdim. Sahi ne kadar güzel olurdu. Hayatın her bir parçasını istediğim şekilde özenle tığların arasından geçirmek.
Yaklaşık iki saat süren örgü işleminden sonra kendime vakit ayırmak için biraz uzandım. Uzun süre renkli iplikler arasında gelip giden gözlerim renk cümbüşüne dönmüştü. Tavandaki yağmur sularının oluşturduğu sarı ve yeşilimsi izler gözlerime gök kuşağını anımsattı. Hafifçe bu duruma tebessüm ettikten sonra gözlerimi dinlendirmek için kapattım. Uzanalı çok olmamıştı ki birden kapımın hafifçe tıklatıldığını duydum. Yavaşça uzandığım yerden kalkıp kapıya doğru ilerledim.
Tiz bir sesle
“Kim o? “diyebilmiştim. Kısa süre sonra kapının arkasından tok bir ses
” Sipariş.” diye seslendi.
Aklıma yaşlı amcanın dün dedikleri geldi. Muhtemelen yeni gelen iplik siparişlerimdi.
Derin bir nefes alıp cebimdeki eldivenleri elime takarak kapıyı açmaya karar verdim.
Ellerimin halini kimsenin görmesini istemiyordum. Bu yüzden kendime ucuz yollu siyah bir eldiven örmüştüm. Siyahın örtücü etkisini sadece yüzüm için değil ellerim için de kullanmıştım. Zaman kaybetmeden kapıyı hafifçe aralayıp bir elimi de anahtarın üzerine getirip şöyle seslendim.
“Siparişi kapının önüne bırakabilirsiniz ben alırım.”
Dedikten kısa bir süre sonra bekledim ve bir kaç ayak sesinden sonra kargocunun gittiğine emin olup kapıyı açtım.
Kapının önünde yeşil bir kutu vardı. Hiç bekletmeden elime alıp kapıyı kapatıp defalarca kapımı kilitlemiştim.
Yalnızdım ve sadece bu şekilde kilitlenen kapının arkasında rahat ederdim.
Kapıdan ayrılıp küçük adımlarla odama ilerledim ve bu gösterişli yeşil kutuyu açmaya karar verdim. Bir ayakkabı kutusunun iki katı büyüklüğünde olan bu kutu kırmızı bir kurdele ile bağlanmıştı. Kutuyu sabırla açtım gayet iyi bir şekilde kaplanmış olduğunu gördüm. Açarken zorlanmıştım.
Kutunun içinden rengarenk iplikler çıkmıştı. Tüm renkleri severim. Her bir rengin benim için farklı bir yeri vardı. Zihnimdeki figürlere canlılık veren onların rengiydi. Hevesle her birine tek tek baktım. Zihnim otomatikmen yeni modeller üretmeye başladı. Ardından kutuyu çöpe atmak için tam ayağa kalmıştım ki kutuyu elimden düşürdüm. Yere hızla düşen kutu biraz ses yapmış ve zedelenmişti.
Almak için eğildiğim de kutunun kenarına sıkıştırılmış bir kağıt parçası gördüm. Hemen kutuyu elime alıp dikkatlice yapıştırılmış olan notu elimle çıkarmaya çalıştım. İlk başta kağıt parçasının ipliklerin markası olabileceğini düşündüm. İçimden yükselen fısıltıyla düşüncemin yanıltıcı olabileceğini söyledi.
Merakla notu çıkarıp elime aldım ardından kutuyu çöpe atmaktan vazgeçtim. O kadar farklı desenlerle kaplanmıştı ki üzeri bir an için atmaya kıyamadım. İçerisine birkaç eşyamı koyarak onu daha kullanışlı bir hale getirebilirim.
Yatağımın hemen yanındaki sarı komidinin üzerine kutuyu yerleştirdim. Bir taraftan yeni gelen rengarenk ipliklere bakıyordum bir taraftan da yeşil kutunun güzelliğine.
Birden elimde tuttuğum not kağıdı aklıma geldi. Notu gözlerime doğru yaklaştırarak okumaya karar verdim. Uzağı net göremiyordum. Bu yüzden sürekli bir şeyleri yakınlaştırmam lazımdı. Kağıdı yaklaştırdığımda bir şeylerin karalanmış olduğunu gördüm.
” Her şey sevgi ile başlar.”
Bir kaç kez gördüğüm yazıdan emin olmak için kendimce tekrarladım. Bu notta neyin nesiydi ki?
Oy ve yorum yapmayı lütfen unutmayınız. Keyifli okumalar. Şimdiden teşekkür ederim.