Evindeydi. Sonunda, diye geçirdi içinden. Dört gecedir misafir etti sağ olsun Tuzcu Hoca. Ne tuhaf, herkes gibi hitap etmişti Hüseyin Öğretmen’e o da. Görükleli olmuştu, farkında olmadan böyle demişti. Daha ne kadar zahmet verecektim Tuzcu’ya.
Tam da ev sayılmazdı yeni yuvası. Ev içinde ev gibi bir şey. İki katlı kâgir bir binanın alt katında bağımsız bir bölüm, oda işte; içinde küçük, alçak bir kapıdan girilen bağımsız banyosuyla. Tuvalet mi? O da dışarıda küçük, tahta bir baraka.
Bavulunu açtı, eşyalarını tek tek yatağın üzerine yaydı. Epey kırışık. Kulağının dibinde ezan sesi, caminin yanı başındaydı ev. Dışarıda hava kararıyordu yavaştan. Henüz yakmadı gaz lambasını. Eşyaların hepsini çıkardı, kitapları bıraktı. Onların da vardı sırası. Ne de çabuk geçmişti bir hafta. Sanki yıllardır öğretmendi. Son beş günü hızlıca gözünün önünden aktı; geldi, dayandı bugünkü öğle yemeğine.
“Ne yiyorsun hocam?” “Kuru, bir de gene pilav olsun yanında.” Yol kenarındaki masaya oturdu. “Hasan Abi… Kiralık bir ev yok mu köyde?” sordu usulca yemekleri masaya bıraktığı sırada. “Bakalım hocam, sağa sola soralım, tabi sana bir ev gerek,” gürledi onun alçak sesinin zıddına. Neşeli adam Topçu Hasan. İrice vücudu, seyrek kırçıl saçları, adım attıkça sarsılan, sallanan dolgun yanakları… Hele o pos bıyığı… Bildiğin Hulusi Kentmen, hatta ondan da sevimli.
Kaşıkladı yemeğini, bir kurudan bir pilavdan. Sonunda bir de yoğurt isteyecekti, köy yoğurdu, bol, sarı kaymaklı. Karşıdaki dükkâna takıldı gözü. Daldı gitti. Çapraz yazılmış bir tabela. Eğdi başını “Kanaat Bakkaliyesi” Kanaat, neye, diye düşündü. Elini kaldırdı, gösterdi kendini, “Az yoğurt da alayım.” Kaşıkladı yavaşça onu da. Hesabı ödedi çıktı, çarşıya yöneldi. Solda, ileride bir kırtasiye, sağda şimdi önünden geçtiği meyhane. Akşam gelmeli mi ki, yarın nasılsa tatil. Hani biraz rahatlarım. Hem de köy halkını tanırım diğer taraftan. Zaten karar vermiştim, bu halkı
“Beyim…”
tanıyacağım, geçenlerde ne demiştim kendime, benim için dünyaya gelme sebebim buydu: İnsanları tanımak. Tanımaya da bu köyden başlıyorum. “Karakterler”i* iyi ki getirmişim bavulumda. Kitaba yarıladım. Bitirince oradan hareketle incelerim köy halkını, büyüteç altına alırım, tanıdıkça etiketlerim.
Sol omzunda bir şey hissetti. Döndü. Eski, yıkık dökük, üç katlı bir evin önündeydi. Kapı açık, içerisi karanlıktı. Birkaç adım attı sola, yengeç misali. Merak evin kapısının önüne getirdi onu. Tam kapının karşısındaydı şimdi. İçerisi loş. Bir karartı gördü. Gördü mü yoksa beyni ona bir oyun mu oynuyordu, bilemedi. İki parlak göz havada uçuştu, yıldız kayar gibi bir kuyruk oluşturarak kayboldu karanlıkta. Güpegündüz yıldız kayması, hem de bina içinde. Koca kapı gıcırdayarak kapandı. İki iri menteşe orta çağdan kalma gibi… Kapanınca kapı onlar da bir kıpırdadı, tekrar oturdu yerine. Bir guguk kuşu kanat çırptı hemen önünde. Sessizlik. Zaman durdu. Bir şimşek çaktı sanki. Sendeledi. Bir adım geri atar gibi oldu, toparladı kendini. “Beyim, Hocam…” Sola baktı tekrar ürpererek.
Gülümseyen bir yüz vardı hemen sol omzunun dibinde. Fırça saçları, küçülmüş gözleri ve bunların hemen üzerinde yukarıya kalkmış kaşlarıyla lafa girmeye, bir şeyler söylemeye başlamak için izin alma derdinde bir genç. “Beyim bendeniz Hasan, ama kime sorsanız köyde ‘Berkant’ der, Berkant Hasan yani…” “Buyurun Hasan kardeşim.” “Az önce, lokantada… ev aradığınızı…” Bol paça gri kumaş bir pantolon, üzerinde iki düğmesi açık geniş yakalı Ecevit mavisi kısa kol gömleğiyle farklıydı köydeki diğerlerinden. Kendini ifade ederken rahattı. Rahatlığı gülümsemesinden geliyor olmalıydı. Böyle insanlar hayata bir sıfır önde başlıyor, diye düşündü. Kollarını abartıyla sallayarak dilindeki pelesenk “beyim”le etkilemeye mi çalışıyordu öğretmeni? “Beyim bizim evimizde uygun bir oda var, içinde banyosu var, düşünürseniz, size uygun, kalabilirsiniz yani. Hemen ileride, Caminin üstünde… Anamla ben oturuyoruz. Beyim siz gelebilirsiniz, ben anamla konuşurum. Sakın kira mira düşünmeyin, kalın. Buralarda para geçmez. Saygılarımla beyim.” Gülme suratında hep asılı. Doğuştan olmalı. Gür siyah kaşlarının altında gülen gözleri hemen fark ediliyordu, dudaklarına bakmanıza gerek yoktu yani.
“Hasan kardeşim, bir eve, kalacak bir yere ihtiyacım var. Annenizle konuşup bana söylerseniz çok mutlu olurum.” “Beyim, gerek yok, anama söylememe.” dediyse de ısrar sonucunda, ‘Beyim, siz pazarda bir çay için ben konuşup hemen gelirim’e bağlandı diyalog.
Pazarda, Belediye binasının önüne geldi, çınarın altına oturdu. Önünde büyük bir kurna, doğu-batı yönünde uzanmış, beş-altı metre var. Hemen sol başında yüksekçe bir tulumba. Bir at, kızıl, su içiyordu. Yanında yöresinde kimse yok. Hayvancağız suyunu içti, çekti gitti kendi başına, yukarıya. İnsanlarla birlikte hayvanları da mı tanımalıydı. Bu ne sakinlik, bu ne akıllılık! Evini bulamayan insanlara inat, burada atlar bile kendi kendine suyunu içip evine dönüyor. Gözleriyle atı takip ederken aklına az önceki uçan iki göz geldi gene. O neydi öyle? Gerçek üstü şeylere inanmazdı, ama güpegündüz de bu neydi?
“Beyim!” Artık tanıyordu bu sesi, pelesengi. Başını çevirdi sağa, iki gülümseyen göz yine karşısında. “Tamam, beyim, anam da bekliyor sizi, misafirimizsiniz, tamam.” “Misafirlik değil Hasan Bey, kirası neyse…” “Yok, olmaz, dünyada olmaz…”ları dinlemedi. “Vur, tut”larla, tersten, sıkı pazarlıklar sonucunda küçük bir kira karşılığı kalacak evi tamamdı artık.
Lambayı yaktı şimdi, pencerenin kenarına koydu. Kitaplarına yöneldi, vazgeçti. Uzandı yatağa. Daha vakit çok erken, bu saatte uyunmaz. Tek yastığı ikiye katladı, yaslandı. Daldı hayallere: Samatya, Jemma…Ah İstanbul! O da ne gene o iki göz! Pencerenin önünden geçti bu kez. Ürperdi, hem de çok. Akşamın karanlığında daha da etkileyiciydi. “Beyim!” Tanıdık bir ses. Bu, Berkant’tı. Kulak verdi, onu çağırıyordu. Rahatladı şimdi.
“Beyim, bu, ilk akşam, Alüş Abi’nin meyhaneye gidelim mi? Size hoş geldin diyelim mi? Karanlıkta gülümsediğini, söylediklerini tebessümle süslediğini biliyordu. Öğlen aklından geçenleri nasıl da hissetmişti bu güzel insan.
*Karakterler, La Bruyere ( Sosyal Yayınları)
26.03.2024
Namık Budak
namikbudak@gmail.com