Konuşmak kadar yazmanın da elzem olduğunu biz kadınlar neden çok geç öğreniyoruz acaba? Kalem ile çok geç tanıştırılıyoruz. İlkokula başladığımız zaman elimiz kalem tutmaya başlıyor. Kalem ile ne yazmamız gerektiği- gerekeceği hiç aşılanmamış benliklerimize. Hep bir komut ve dikte ile oynattık kalemlerimizi solgun defter sayfalarında.
Kimse söylememiş duyguların, hislerin en Sıddık elçisi kalemdir, diye.
Kelimelerin büyüsünü, göğüs ve gırtlak arası bir boşlukta yitirmişiz sanki. Konuşmak yorarken yazmak inadına sükûnet, inadına dinginlik veriyor yorgun ruhlara…
Bu yazdıklarım yazacaklarımın hülasası olsun. Enheduanna, ismini daha önce hiç duydunuz mu? Enhedunna, dünyada bilinen ve bulunan ilk yazar ya da şair. Yani mısraların kraliçesi. Babası Akad kralı Sargon. Bu kadın Akad kültürü ile Sümer kültürünü birleştirmek için mısralar dolusu şiirler yazmış, eteğini sürüye sürüye, elinde bir ayna ile dolaşmamış sarayda. Yazmış, hep yazmış… Duygularını, hülyalarını, öfkesini, saray içindeki entrikaları yazmış. Hiç korkmamış, ben bir kadınım dizimi kırıp oturayım, diye hiç düşünmemiş. Babası baş edememiş kızıyla, Ekişnugal tapınağına Başrahibe olarak görevlendirmiş. Rahibe olunca durmuş mu? Tabi ki hayır, yazmaya devam etmiş Sümer ve Akad kültürünü birleştirmek için Sümerlerin aşk tanrıçası İnannan için şiirler yazmış.
Yazılı edebiyat kültürünün erkek egemenliğinde şekillendiğini söyleyenlere, kadınlardan neden bir Shakespeare çıkmaz? Diyenlere Enheduanna’nın birkaç mısrasını şuracığa iliştirivereyim.
Hayatım alevler içinde.
O beni dağlardaki böğürtlen dikenlerinde,
Mecbur etti yürümeye.
Sıyırdı başımdan, bir baş rahibeye yaraşan tacı.
Bir hançer ve bir kılıç verdi elime ve dedi;
“Senin için yapıldı bunların ikiside,
Çevir onları hemen kendi öz bedenine.”