Yoruldum öylemesine,
kendimden bizzat, her şeyden özellikle
yaşamaktan değil, yaşayamamaktan olası.
İnsan kendine nasıl zulmeder,
en büyük yıkımı nasıl kendine verir?
Verilmesine neden olur?
Sorular ve aranan cevaplar…
Bir ‘nasıl’ sarmalında,
sonuçlara ulaşmak gibi,
hayatın hızına kapılmışız;
sevdiklerimize vakit kalmamış,
niteliğin yerini nicelik almış.
Yaşamak, yaşamak- çölde suya kavuşmak,
vaha görmek ise yanında cabası.
Saçlarımıza aklar düştü, kar tanesi gibi
Boşuna değil; yaşanmışlığın sessiz mirası.
İçten gelen bir ‘nasılsın’a hasret,
sevgiyle bakan gözlere özlem,
zorluğun içinde kolaylığı gösterene vurgun.
O anlar işte,
bir çiçek açar gibi kalbimde,
en savunmasız yerlerimde filizlenir;
kök salar umut, yaprak verir incelikle.
Bunca yılın yorgunluğu,
usulca sıyrılır bedenden
bir anlığına da olsa,
tüm o kargaşa silinir;
arınır ağırlığından,
kendi zihnimde, bahçemde; hafiflerim biçare.
Sadece nefes almak bile,
bazen bulamadığını buldurur insana
göz göze geldiğin bir anda,
hislerin içinden akarak geçen o anları,
yitip gidenleri fark etmeden yeniden bulmak misali.
Ve o anlar…
kayıp bir cümlenin sonuna eklenen kelime,
içeride büyüyen dingin bir mısra oluverir,
ve ben, kendi sesimde yankılanır kendimi görür vaziyette.
Bir yağmur sonrası toprak gibi,
içimde çökerttiğim yaralar dolarken suya,
hatırlatır bana;
belki de yeniden başlamak,
her şeyin tam ortasında durup
kendine dönmek.
İçimde bilmediğim bir hazine,
sessizce bekleyen o sakinlik,
hiç duymadığım bir şarkıyı mırıldanır gibi,
içimde büyüdükçe büyür,
ve belki,
bunca yol alırken kendimden,
bir gün o sese merhaba denir.
Ve şimdi, gökyüzü göz kırpar orada,
yıldızlar sakince fısıldar bize;
yitirdiğimizi sandıklarımız,
belki hâlâ elimizde olanları.
“Bir adım at, çekinme” dercesine hayat,
“yol uzun ama seninle,
sen yürüdükçe tamamlanır,
o eksik kalan yerler de.”