Ata demek sadece kendi köklerimizden gelen anlamına gelmez. Aynı zamanda büyükler anlamına da gelir. Sürekli seyahat halinde olan kabileler, aileler için ata kültürünün bu kadar önemli olması çok doğal bir durumdur. Nasıl ki doğada, hayvanları yuvası varsa öyle ki hep aynı yere yuvalamaya devam eder, ağaçların kökleri varsa işte atalardan gelen aktarımda bizim ruhsal köklerimizdir. Sadece bir kişilik veya kişinin davranışları değildir ata kültürü, nesiller boyunca aktarılan dev bir kütüphanedir. Bu kütüphanenin içinde acı, tatlı, iyi, kötü bir sürü bilgi vardır. İşte bütün kütüphaneyi okumasak da onun anahtarına sahip olmak ve içinde açılmış bir kaç kitabı okumak bizi, olduğumuz kişi yapar.
Bilimsel olarak bu durum aynıdır. Dna adını verdiğimiz, içinde bütün varlığımız ait kodların bulunduğu bu küçük parçalar aynı zamanda bizden önceki nesillerinde bilgisini taşır. Bu mikro boyuttaki parçalar, hatta mikroskoptan daha büyük elektronlar aracılığıyla görülebilen bu parçalar hala modern bilimin merak kaynağıdır.
Geçmişe dönersek de insanlık olarak birikmiş deneyimleri ve bilgileri aktarmayı seviyoruz. Bu aktarım kültürel düzeyde en küçük çekirdek aile kültürüdür. Çemberi biraz büyütürsek, şehirlerden uzaklaşıp köylere dönersek köyde bolca karşıla ağzımız akraba kültürü olur. Akrabalarımız bizim geniş ailemiz iken modern hayatta en büyük işkence kaynaklarından biridir. Kapital sistemin bize çalıştırdığı bireysel yaşam duygusu ve dünyasında kalabalık demek korku demek. Her şeyin çok pahalı, çok gürültülü ve psikologların tanı almış şekilde depresif, anksiyetik, panik olduğu dev yalnızlık apartmanlarında yaşıyoruz. İşte bu apartmanlar bizi köklerimizden çekip alıyor. Dünyayla kurduğumuz veya kuracağımız bağları daha derinleşmeden kopartıp, atıyor.
Toplumsal olarak, bireylerin oluşturduğu ve baskı şekilde dayattığı bütün düşünce kalıplarını eleştiri yağmuruna tutmaktan asla geri durmam. Ama burada bahsedilen geçmiş toplumlarda atalarımız. En basitinden tıpkı yerel amerika halkları gibi türlerde, karar alınacağı zaman her evin temsilen bir büyüğünün olduğu ata meclisi kurulur ve kararlar ortak alınırmış. İşin ilginç yanı bu ata meclisi genellikle bulunan bölgenin en büyük, en yaşlı ağacının altında yapılırmış. Yani köklerimizle kurduğumuz metaforik bağlar, aynı zamanda gerçekten ağaçların köklerine kadar bağlanıyor.
Tek bir sebebi olmasa, büyük beton şehirlerde yaşarken yalnız hissetmemizin, kim olduğumuzu bilmememizin sebeplerinden biri budur. Kim olduğumuzu tanımlamak için kendi soy ağacımızı öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Kurduğumuz tek kişilik apartman dairelerinde, toprağa dokunmadan, ağaca sarılmadan, yaprakların arasından süzülen güneşin cılız ışığının rüzgarla değişimini incelemeden, atalarımızın izlerini görmeden mahkum oluruz beton hayatlara. Oysa ki toprak patikayı takip etsek, en azından boğulduğumuz düğüm hayatlarımızda en azından bir ipliği çözmek üzere ucundan yakalarız.
Yinede uyarmam gerek. Ağacın kökleri hatırlayalım; toprağın altındadır. Kökler yalnızca suyun olduğu yöne doğru hareket eder. Burada su yaşamı temsil eder. Sizlerde kendi kök/ata yolculuğunuz çıkmaya niyet ederseniz yolun karanlık olacağını söylemekte fayda var. Bu illa kötü şeyler çıkacak anlamına gelmez. Bilinmezlik, yol bulamama anlamına gelir. Şimdi kazmaya başlarsanız, yaklaşık birkaç binlik yıllık bir zeytinin köklerine fiziksel anlamda da inmek zor olacaktır. Ne olursa olsun, bilinmezliğin içinde dahi olsa karanlığın sonunda mutlaka aydınlık vardır. Ve kökleri bulmak, onlara sarılmak, keşfetmekte hayatla bütünleşmeyi getirir bize. Ne olursa olsun, cesurca, özgürce ben buyum demenin kapısının anahtarıdır kökler.