“Fark etmiyor musun? Yazdıklarımla sen de yok oluyorsun. Sakın aldanma, içinde oluşan düşüncelere kanma; terk edip gidecekler seni – insanlar gibi kelimeler de nankör. Sonunda, ölüm kokan bir dairenin rutubetli duvarlarına bakarken yapayalnız kalacaksın. İçin mezarın olacak, dışın tabutun. Gömülmek istemez misin? Gel seninle bir karara varalım; ölümünü erken ilan etmek istemez misin? Bir kere kendi kendinle dürüst konuş. Ve gerçeği söyle. Ölmek mi korkutuyor seni, yaşamak mı? Bekliyorum. Düşün… Öyleyse, cevabını tahmin ediyorum, ne bekliyorsun? Yapsana yapman gerekeni. Benim neden yapmadığımı sorma. Ben yazarak öldürüyorum kendimi; çaresizim. Sen de okuyarak ölme, git buradan… Kelimeler cesedi duygunun, çürük kokusu sinmesin üstüne.
Bir odanın içinde – kapkaranlık bir odayı aydınlatan ölgün bir mum ışığının gölgesinde yapayalnızım. Sigaralar üflüyorum. Ve is kaplı geceyi seyrediyorum gıcırdayan sandalyemden. Benim bu ölü yaşantıma ne diye bulaşmak istiyorsun? Hatta, niye kendine bulaştıracaksın lanetimi? Bir küfür varoluş. Yürekten inanıyorum buna. Tanrı’nın kusurlu reenkarnesiyiz sanki. Onun; acizliğini küçük parçalara bölmek hilesine başvurduğu bir yalandan ibaretiz. İnsan merkezli evren kültünü yıkamadıysan hâlâ – ne mutlu sana! En azından ölene kadarlık bir ömrün kalmış senin. Biz gibi, mezarından önce ölmemişsin. Şimdi anlıyor musun bütün o mahvetmeleri? Ben, mezarımdan önce ölmemek için – Tanrılara yaraşır bir kurnazlıkla ölümümden önce diktim mezarımı… Tanrı’nın yaptığı gibi. O da ölümünden önce mezarını dikti: insanı yarattı – ve mezarı tamamlanmadan savruldu ölüme…
Şimdi anonim bir evren kaldı geriye. Gayrişahsi bir varoluş. O yüzden sen de kurtulmalısın isminden. Bir ismin ve bir hikâyen olduğu gerçeğini bırakmalısın kenara. Tanrı kadar hakkın var buna. Hayatın boyunca duyumsadığın tüm nesnelerden ibarettin – son bir adım kaldı kendini gerçekleştirmen için: Duyumsayan bir organik nesne konumuna yerleşmek sadece. Anti-idealizmi öneriyorum sana. Bütün idealara aykırı bir ruh istiyorum, çok mu? Platon’un mağarasından çıkmaktır isteğim; bu simülatif parmaklıkları kırmak… Gözlerimizdeki ‘ben’ perdesini yırtmak kadar zor bu, biliyorum. Asıl zor olanı söyleyeyim sana: mağaranın dışındaki hakikat ışığına katlanmak… Kendini gerçekleştirmenin de kendine özgü zorlukları var. Esas güç isteyen bu. Fethettiği toprağa katlanabilen imparator yok tarihte – tıpkı sanatçısına başkaldırmayan eser olmadığı gibi. Cioran haklıydı: Şiir şairini, sistem filozofu, olay da eylem adamını ezecek… Ezdi bile. Her kulvarda yenik düştüm. Esas zafer bu. Yenik düşebilmek kendine…
Yıllarca kandırıldığımı hissediyorum. Kelimeleri ters çevirmişlerdi hep. Kendini yenebilmeyi zafer saymışlardı. Benim zafer saydığımsa kendine yenilebilmek… Tüm o biyolojik dürtülerinden ibaretsin – gerisi bir sözcük fazlası sadece. O yüzden, kendinin biyolojik kalıntı olmasını sağlamalısın. Fazlası değil… Benim yaptığım gibi başvurma sözcüklere. Aldatırlar seni. Beni aldattıkları gibi. Her birimizi aldattıkları gibi. Susabilen insandan daha namuslusu yok dünyada – o yüzden de dünya açık bir kerhane sadece. Hepimiz birer seks işçisiyiz, fahişeyiz; sözcüklere soyunup eylemlerle yatıyoruz. Yüzümüze gözümüze fışkıran yalanları yıkamak zorunda kalıyoruz en sonunda. Titreyerek boşalan evrenin hırıltılarına maruz kalıyoruz.
O yüzden astım kendimi. Zaman’ı astığım çarmıha çıkarıp Celal’i astım bir de. Kendim aşağıdayım. Ürkek gözlerle izliyorum çarmıhı. Ve alevlerin çatırtısını işitiyorum zevkle. Odun taşıyorum; Sisifizm bu, farkındayım. Yine de ancak böyle bir Sisifist olabilirdim. Boynuma geçirilen cezayı gerçekleştirmek için asırlarca kaya taşıyacağıma – kendime kestiğim ceza için odun taşırım daha iyi… Başkasının ödülünden yeğdir, kendi cezam.
Kendimin Tanrısıydım, Deccal’iyim şimdi. Kendi kıyametimi kendim çağırıyorum. Ve sabırsız gözlerimi dikmişim evrenin ucuna. Yükselmekte olan kıyameti izliyorum Son çağ bu… Bütün çağların defterinin dürüldüğü bir çağ. İnsan, sonunu bekliyor artık. Bütün her şey bitti. İlk çağlarımızın coşkunluğu tükendi; ürettiğimiz bilim, öne sürdüğümüz hipotezler, tüm sistematik felsefelerimiz, matematik, simetri… Hepsi yitti. Savaş çağlarını izleyen barış günleri, halkların yer değiştirmeleri, sonraki asırların hesapları, öncekilerin utançları… Tümü sonlandı artık. Ağacın gölgesindeki çağ bu. Oturup geriye baktığımız – ve tüm o sabırsız arzumuzla kıyameti beklediğimiz çağ… Nerede kaldı?
Neler sürüldü ileri, ne yalanlara katlandı insan. Tanrılar yarattı, Tanrılar öldürdü. Kendini putlaştırdı, öyle yükseldi ki yalanlarıyla – nihayet, kendine secde bile etti. Sırf ateş heyecanından, sırf hırslı bir ruhu doyurabilmek için ne oklar sapladı kendine. Nietzsche’ler, Kant’lar, Spinoza’lar… Ne Dostoyevski gelecek bundan sonra ne de yeni bir sistem geliştirecek insan. Kültünü tamamladı. Artık apaçık gerçekle göz göze. Beyhudeliğine hiç bu kadar dürüst gözlerle bakmamıştı. Kendi yararsızlığını hiç bu kadar gerçek görmemişti. Şimdi, tüm bu görümlerden sonra, yaşamaya devam etmek mümkün mü? Yeni bir çağ yaratmayı yakıştırabilir mi kendine – dahası, yeni bir çağ yaratacak kadar kuvveti kaldı mı? İnsanlık tarihi büyük bir mastürbasyondan ibaretti – yüzyılımızsa mastürbasyonun ardından omuzlarımıza çöken o pişmanlık yüklü yorgunluk sadece.
Her zafer gününü bir çöküş gecesi izledi, her ihtişamın altından acınası çıplaklığımız çıktı, asırlarca halının altına süpürdüklerimizi temizleyecek takat bile yok. Evrenin namusunu kirlettik – çapkın bir hovarda pervasızlığıyla çekip gideceğiz şimdi. Ve kendi bekâretinde boğulan evrenin inlemeleri kalacak geriye. Kasıklarından sızan spermlerimiz ürkütüyor çünkü bizi. Rahmine yollanan döllerimize iğrenerek bakıyoruz. Evrenle olan tek seferlik ilişkimizin, kalıtsal bir hastalık doğurmasından korkuyoruz. Kendimizden daha kusurlu bir ırk doğurmaktan korkuyoruz.
Cennetin ırzına geçip düştük buraya. Şimdi bu evreni de kirletmiş olarak yurdumuza döneceğiz. Varoluşun bütün köşelerini sarsıyor ölü çocuklarımızın çığlıkları. Artık kirletilecek bir yer kalmadığına göre… Görev bitti.
Modern yüzyıl – insanlığın sonu diyorum ben buna. Kendi elleriyle hazırladığı, daha doğrusu, hazırlamak zorunda olduğu sonu. Çünkü yapacak bir şey kalmadı dünyada. Bu kadardı. Serüven bitti. İnsanlık ölmek zorunda. Eserlerimize son bir gururla bakmak bile gereksiz. Ürettiklerimizden çok tükettiklerimiz var. Üretmekle tükettik kendimizi. Bakir kalmalıydık, delik deşiğiz. Tanrı kadar kirletilmişiz. Bekâretimizi koruyamadık, sonu gelmez bir Narsisizm tarihimiz. Kendi kendimizle gerdeğe girdik. Kendimize olan aşkımızı da kirlettik böylece. Arzularımızı kirli birer şehvete dönüştürdük. Bu kirli ruhlarımızın yok olmasını beklemekten başka çare kalmadı.
Ürkünç bir bekleyiş bu. Çıt çıkmıyor; evren dilini yutmuş. Bizler tımarhaneden fışkıran deliler gibi bağırıp duruyoruz. Varoluşun örtüsüne çarpıp geri geliyor seslerimiz, Tanrı zannediyoruz onu. Kendi seslerimize sığınıyoruz. Zamanın ötesine çarpıp gelen seslerimizi Tanrı’ya yüklüyor ve bu yolla tatmin ediyoruz kendimizi. Hayır, diye haykırıyoruz; hâlâ bir umut var. Hâlâ bir Tanrı var ötelerde bekleyen. Cennetimiz, bu evrenden önce daha büyük bir iştahla kirlettiğimiz o asıl yurdumuz bekliyor bizi. Evimize döneceğimiz gün için oyalıyoruz kendimizi. Cezamıza daha büyük bir özveriyle sarılıyoruz bu yüzden. Hatta belki de – sırf bu yüzden – hatalarımızı perçinlemeye devam ediyoruz; sırf cezamıza olan sadakatimizi perçinlediği duygusunu tekrar tekrar uyandırmak için. Ama nafile. En az varlığımız kadar beyhude tüm bu çabalar. Artık oturduğumuz gölgede tek seçeneğimiz var. Evrenin çöküşünü seyretmek. Ve sonrasını beklemek…
Ben, Celal Serter, kendi hesabıma yapıyorum bunu. İnsanlığa örnek olarak asıyorum kendimi. Çarmıhtaki Celal’i seyrediyorum – ve hepinizi kendi çarmıhınıza davet ediyorum. İsa’nın öğretisini yıllarca yanlış yorumladınız, sizlere bu öğretinin aslını gösteriyorum: Kendi hiçliğinize yüreğinizden yükselen derin bir sevgiyle razı olun. Oturun yamacıma, hep beraber kendi çarmıhlarımızı seyredelim. Kozmik felakete kadar tembellik edelim. Serdiğimiz göbeklerimizi ovuşturalım sadece. Anonime kucak açalım; gayrişahsi bir varoluşla, gayrişahsi bir ölümü bekleyelim beraber.”