Büroda otur otur, belim tutuldu. Bolca sigara, bolca demli çay ve bolca kâğıt yığını ile mesaiyi kapatıyoruz yine. İş mi şimdi bu diyorum kendi kendime. Günde onlarca, belki yüzlerce kez yineliyorum bu soruyu. Cevap: Koca bir sessizlik.
Birazdan odacı Necip Efendi girecek içeri. Boş bardakları tepsisine dolduracak, camları ve ışıkları kapatacak aceleyle. Ceketini alan dışarı fırlayacak. Herkeste bir telaş bir telaş. Kaldırımlar insan kaynayacak.
Metroya doğru sürüyeceğim adımlarımı. Beş durak sonra inip minibüs durağına varacağım, en az on beş dakikalık bir bekleyişten sonra hınca hınç doluşacağız içeriye. Parayı uzatan, para üstünü bekleyen, gözaltları çökmüş bir sürü yüz arasında bir siluet olacağım ben de. Var mıyım yok muyum belli olmayacak.
Köprüye yakın bir yerde ineceğim. Ellerim cebimde… İkinci sokaktan sola sapacağım, sonra sağa… Derken dört katlı eski bir apartmanın önünde bulacağım kendimi. Genelde açık duran dış kapıdan içeri girip üçüncü kata çıkacağım. Elimde, almayı unutmamışsam bir ekmek poşeti olacak; belki bir de yumurta almış olacağım. Yorgun adımlarımdan da yorgun basamaklar bittikten sonra havasız daireme gireceğim. Girişteki ışığı yoklayacağım. Ah be! El alışkanlığı işte. Aylardır patlak ampulü değiştirmedim ki ben. Canına yandığımın kafası, neyi hatırlıyorum ki tam?
Apartman otomatiği sönmeden hemen salona gireceğim. Işığı yaktım mı tamamdır. Evim işte ya, fakirane makirane ama buna da şükür be.
Makarna mı? Yumurta mı? Yok, patatesle sosis kızartacağım. Yanında da yoğurt, hem de sarımsaklı. Yarın Pazar, oh ne ala. İki tek de atarım şimdi. Bundan iyisi, Şam’da kayısı…
Dizleri aşınmış eşofmanım, sokağa bakan pencere önü, dökülmeyi bekleyen kül tabağı, fanusta her akşam beni bekleyen beta balığım, şehir ışıkları… Geçmişim, özlediklerim, kaçırdığım fırsatlar, keşkelerim, hayal kırıklıklarım, sırtımdan bıçaklayanlar, vefalı dostlarım, beni ben yapan ne varsa dökeceğim masaya. Nasılsa sabah toplarım hepsini.
Hayır, yapmayacağım. Bugün değil. İrfan’ı bulacağım, Cemil’i de alacağız. Bakarsın Şenol da gelir. Canlı müziğe gideriz, dağıtırız şu kafaları. Sahi kaç yıl oldu kulağımızın pası silinmeyeli? Hadi, ne duruyorum ki…!