Güneşin daha önceden koyu yeşil olan boyasını yer yer soldurduğu ahşap kapının önüne gelmişti. Derin bir nefes aldı önce. Sonra sağ ayağını adım atmak için kaldırmak üzereydi ki vazgeçti. Geri mi dönseydi acaba? Ne yapacağını bilmez bir halde dikiliyordu olduğu yerde. Serin minik bir rüzgâr yanaklarından süzülüp gitmişti. İçi ürperdi. Bir gören olsa beni burada hiç hoş olmaz, diye geçirdi aklından. Ne geriye dönebiliyor ne de kapı koluna uzanabiliyordu. Bahçe duvarı ağaç dalları arasında neredeyse görünmüyordu. İlkbahar mevsiminin taze sabah havasını içine doldurarak duvar boyunca ilerlemeye başladı. Hâlâ dışarıdaydı.
Kimisi çiçek açmış bir sürü ağaç, çocukluğunun geçtiği o bahçe. Geçtiği ya da kaybolduğu… Ne zaman o yılları düşünse içinde dönerek ilerleyen bir bıçak unutulmuş gibi düşünürdü. Hem kesen hem oyan iki ucu keskin bir bıçak…
Acaba o evde miydi? Sahi ev neydi? Burası onun bir evi olabilmiş miydi? Gözleri nemli tam da bunları düşünürken evin kapısının gıcırtıyla açıldığını duydu. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Evet, oydu, ta kendisi. Kapının önündeki tabureye oturup terliklerini giyiyordu. Hiç acelesi yoktu. Saçları bembeyaz olmuştu, güneş yanığı yüzünü elleriyle şöyle bir sıvazladı. Ayağa kalktı yavaş yavaş. Bu sırada bir eliyle de duvara tutunduğu gözünden kaçmadı. Yıllar ona pek merhametli davranmamıştı anlaşılan.
Minik verandayı bahçeye bağlayan üç basamağı yine duvara tutunarak indi. Şimdi aynı hizadaydılar. Kaç yıl geçmişti aradan? Bu sabah hesaplamıştı aslında. Birkaç ay sonra tam yirmi dokuz yıl geçmiş olacaktı.
Yapış yapış bir temmuz akşamıydı. Kendisi için verilen kararı duyup sabaha kadar ağlamış; yastığa gömüp yüzünü, haykıra haykıra ölmeyi dilemişti. Sabah olduğunda da birkaç eşyasını bohçaya doldurup hiç bilmediği insanlara vermişlerdi onu. Bohçadaki eşyalardan hiç farkı olmadan hem de…
O zamandan bu zamana o kadar çok şey değişmişti ki. Hiç azalmayan kini bile değişmişti. Onu burada, bu sefil hayatında görmek istemişti işte. Hayal etmek başka, şahit olmak başkaydı. Şimdi ondan bir sıfır öndeymiş gibi hissediyor, bu zafer yüreğinin yangını bir nebze de olsa soğutuyordu.
Bahçede oyalanırken bir anda duvara doğru yaklaşmıştı. Hızla geri çekildi. Görmüş olabilir miydi? Aralarında birkaç metre mesafe kalmış olmalıydı. Sonra bir miyavlama sesi duydu, gittikçe yaklaşıyordu bu ses. Siyah, yuvarlak yüzlü bir yavru kedi bacaklarına dolanmaya başlamıştı. Ve yeşil bahçe kapısı ansızın açıldı.
“Zeytin, gel buraya. Nerelerdesin sen bakalım?”
Tam karşısındaydı şimdi. O heybetli görüntüsünden zerrece eser kalmamıştı. Hatta kamburlaşmış, daha bir kararmıştı teni. Saçı ve sakalı bembeyaz olmuş bu adam çocukluğundan daha yabancıydı şimdi ona.
Yaşlı adamın yavru kediye uzanan titrek elleri havada kalmıştı. Ne yapacağını bilmez bir halde dikiliyorlardı ikisi de.
Hiç gelmemeliydi. Buraya hiç gelmemeliydi. Yıllar sonra neden böyle bir şey yapmıştı ki. Hayatını yoluna koymuş, kötü anılarını uğurlamıştı yıllar önce. Şimdi hepsini geri çağırmanın ne anlamı vardı?
Adam ağzını açıp bir şey söyleyecek olmuş da susmuştu sanki. Etraftaki tüm sesler de sustu sonra. Tahta kapı, çiçekli dallar, verandadaki kırk yıllık tabure, serin rüzgâr, hatta Zeytin bile susmuştu. Bir tek yürekleri atıyordu küt küt.
Birkaç dakika sonra yaşlı adamın ağzından “Zeliha, sen mi geldin yoksa?” cümlesi çıkabilmişti.
Susuyordu Zeliha. Gözlerinden yaşlar istemsizce iniyordu. Başını indirmedi ama. Utanılacak hiçbir şey yapmamıştı ki o. Üvey anasının iftirası ile çocuk yaşta evlendirilmiş, yıllarca bu suçlamayı içinden atamamıştı.
“Ben masumdum.” dedi. “Ben masumdum ama sen ona inandın. İkiniz de başınızdan attınız beni. Neden peki neden? Bir boğaz eksilsin diye mi? Neden inanmadın bana?”
Şimdi yere çömelmiş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu yaşlı adam. Ellerini yüzüne kapamıştı. Utancını kapıyordu belki de. Utancı tülden bir örtü gibi anıları kaplıyordu fakat hiçbirini gizleyemiyordu. Bir an, sadece bir an için yaşlı adamın koluna girip onu içeri götürmek geçse de içinden, yapmadı kadın. Yapamadı. Uykusuz gecelerine ihanet olurdu bu, eğer yapsaydı. Yüreğinin kilitli sandığına kapatmıştı şimdi bütün kötü anılarını. Bir daha çıkarmamak üzere.
Arkasını dönüp yürürken içinden: “Seni affediyorum ama sen bunu bilme, çünkü hak etmiyorsun.” dedi yaşlı adama. Bunu rüzgâr duydu, bir de Zeytin.
Biraz uzaklaştıktan sonra dönüp baktı kadın. Yaşlı adam içeri girip kapıyı örtmüştü çoktan…