Ben bir gezginim. Her adımımda yeni bir dünya, her durakta bir hikâye bulurum sanırdım. Oysa yollar bana hayal ettiğimden fazlasını verdi: Acıyı, öfkeyi, haksızlığı…
Yıkık duvarların ardında aç bir çocuk gördüm. Kırık bir pencerenin gerisinde susmuş bir anne… Bir elin tuttuğu ekmeği, diğer eli silahla parçalayanları gördüm. Kalabalıklar arasında kaybolmuş yüzler, ama hiçbirine ait olmayan gülüşler…
Bir sofranın ucunda tok gözlerle aç gözler yan yana otururken, adaletin sessizliğe gömüldüğüne tanık oldum. Bazen bu dünyanın bize öğrettiği tek şey susmaktı. Ama öğrendim ki susmak, zalimlerin dilidir; konuşmak ise insan olmanın ilk adımıdır.
Yollar sadece ayaklarımı değil, yüreğimi de yoruyor artık. Çünkü her gördüğüm haksızlık, omuzlarıma yeni bir yük ekliyor. Her duyduğum çığlık, kulaklarımda yankılanıp vicdanımı sorguluyor. Bir tarafta saraylar yükselirken, diğer tarafta yıkılmış hayallerin enkazı var. Ve biz, o enkazların altında kalanları görmemek için gözlerimizi kapatıyoruz.
Ama artık gözlerimi kapatamıyorum. Çünkü bu dünyada bir şey değişecekse, önce görmekle başlamalı. Hangi kapıyı çalsam, içeriden sessizlik çıkıyor. Oysa o sessizliği çığlığa, o karanlığı ışığa çevirmek bizim elimizde.
Ben bir gezginim. Sadece yürümekle kalmadım; gördüm, hissettim, yaralandım. Ve şimdi soruyorum: Gördüğüm bu yaralar, bizim yaralarımız değil mi? Elimizi uzatmadan, yüreğimizi açmadan nasıl iyileşebiliriz?
Dünyanın sessiz köşelerinde yankılanan bir ses olmak istiyorum. Öyle bir ses ki, sadece duyanların kulaklarına değil, hissedenlerin yüreklerine dokunsun. Çünkü biliyorum ki; bu düzen değişecekse, o değişim yalnızca adımlarla değil, vicdanlarla mümkün olacak.