Ve evet beynimi kemiren bir örümcekle baş başaydım.
Ve evet senle baş başa.
Kimseye hissettiremeyeceğim acılar çekiyordum.
Kanayan yaralarım, ağlayan çığlıklarım vardı içimde.
Esen rüzgar perdeyi dahi sallamıyordu.
Bir tek kendine faydası var dedikleri tam da böyle bir şeydi.
Çok uzak bir yere gitmek isterdim…
Adı olmayan bir ülke, adı olmayan bir şehir.
Keşke gözlüğümün camının kırıldığına üzülebilseydim,
Baklavanın tereyağının azlığına, lastikli çarşafın lastiğinin çürüdüğüne…
Üzülemedim.
Hiç vaktim olmadı biliyor musun.
Fırsat bulamadım.
O kadar çok üzülecek şeyim vardı ki fırsat bulamadım.
Turşusunu kuracağım acılar biriktirdim.
Sirkesini de evde yaptım sırf sana masraf olmasın diye.
Ama beynimi kemiren örümceğin yuvasını yine de bozmadım.
Sen çekil kenara benim beynimi kemiren başka bir şey var.
Nisan da yağmur yağacak diye çok sevindim.
Oh be biraz olsun ferahlarım dedim.
Hava durumuna baktın, yok dedin.
Gölge gibi onu da karattın.
Bir futbolcuya çelme takan adi bir oyuncudan ne farkın vardı senin?
Ben seni nasıl sevdim?
Boynumdan büyük acılara atarken hiç çekinmedin.
Hiç duymadın mı hayatında, yazık nedir , günah nedir diye…
Oysa bir sözlüğe bakman kafiydi.
Bunca gaddarlığı yaparken,
Adımı da hak etti mi koydun?
Ne kadar farklı kitapları okumuşuz, ne kadar farklı cümlelerin altını çizmişiz.
Ben gökkuşağına bir renk daha çizebilirdim mesela.
Ayın ilkdördünü de severdim, dolunayı da.
Sen ilkdördünü dahi bilmezken.
Ben seni nasıl sevdim?
Sucuğun kokusunu hissederdim…
Kendimi bir bankta ,başım da bir bereyle karlı bir ormanda hayal edebilirdim mesela.
Herkese küsmüş bir yerdeydim.
Bir bataklıkta deniz yatağıyla keyif yapıyor gibiydim.
Çok uzun cümlelerde parantez içinde bir şeydim.
Meraklısına okuduğu, diğerlerinin hiçe saydığı.
Oysa sen parantez işaretinden habersizdin…
Ben seni nasıl sevdim?