Ataerkil Düzende Kalıpları Kıran Kadınlar; ya da Cadılar / Edanur Turcan

Masallar gerçeklerden soyutlanmış, gerçek dışı hikayeler olarak, çocuğun hayal gücünü beslemesi, yaratıcılığının artması için anlatılan edebi bir tür olarak geçer çoğu kaynakta. Peki gerçek öyle midir?  Masallar sahiden gerçeküstü varlıkların gerçeküstü hikayelerini mi kaleme alır yoksa Tolkien’in dediği gibi “Periler diyarı tehlikeli bir ülkedir ve bu diyarda ihtiyatsızlar için tuzaklar, fazla cesur olanlar için de zindanlar (-mı) vardır.”

Peki masallara konu edinen, kötü kalpli, olağanüstü güçlere sahip, çoğunlukla üvey anne olarak lanse edilen ve kötülükler yapan, yaptığı büyülerle doğanın dengesiyle oynayan, ormanda yalnız yaşam süren, doğurganlığı, annelik vasfı olmayan, çirkin, dul ve genellikle yaşlı olarak tasvir edilen, yani kısacası ataerkil toplumda kalıplaşmış kadın rolünden farklı olarak gördüğümüz, ‘zalim’ ve masalın sonunda genellikle öldürülerek cezalandırılan kadınlara ‘Cadı’ kavramı ne zaman ve nasıl gelmiştir? Neden cadı deyince aklımıza, sivri ve koca burnuyla, genelde yaşlı ve dul bir kadın figürünün, çalı süpürgesi üzerinde göklerde uçtuğu ya da koca bir kazanın başında büyü yaptığı gelir?

Aslında, bence masallar gerçeklerden tamamen bağımsız değildir. Yalnızca saptırılmış, yaşadığı toplumun, erkek egemen sistemin yansıması olmuş ve kendilerince belirledikleri toplumsal normlar için bir kodlama görevi olarak görülmüştür. İyi ve masum kadın ve kötü kadın zıtlığı bu kodlamalardandır. Gerçeküstü olgular olarak düşünülen masallar pek sorgulanmamışsa da masalların, bilinçaltının şekillenmesinde oldukça önemli bir rol üstlendiğini göz önünde bulundurduğumuzda başarılı olduklarını da söyleyebiliriz.

Asırlardır kadınları hem kendi arasında hem de erkek ile ayrıştıran dilin halen daha devam ediyor olması, üstelik bunun masallara kadar sirayet etmesi çok üzücü değil mi? Biz hep, erkek egemen topluma “prenses” dahi olsa uyum sağlayan ve ‘olması’ gereken kadın kalıpları içine giren, hamarat, fedakâr, ona tanınan alandan çıkmayan, kurtarılmayı bekleyen, belki de bu yüzden ‘iyi’ olarak lanse edilen prensesler, uyuyan güzeller açısından baktık. Peki ya erkek egemen düzenin şartlarına uyum sağlayamayan, sağlamak istemeyen ve belki de bu yüzden ‘kötü’ olarak lanse edilen cadılar?

Dünya tarihinde biraz eskiye, Orta Çağlara doğru gittiğimizde masallarda olmazsa olmaz olarak gösterilen cadı figürünün nasıl ortaya çıktığını, neden bir kadına atfedildiğini, özünde ne olduğunu fakat ne olarak gösterildiğini görebilir ve yukarıdaki sorulara rahatlıkla cevap verebiliriz. Çünkü masallar olağanüstü konulara ve kişilere yer veriyor olsa da kültürel miraslardan biri olduğu da şüphe götürmez bir gerçektir.

Masallara konu olan cadı olgusu Şamanizm dininin etkilerinden doğmuştur.  Şifalı otlar kullanan büyücüler, cadıların atası kabul edilir. Bu kavrama ait en eski bilgiler ise 9 ve 10. Yüzyıllardan kalma Almanca kaynaklarda yer alır; ‘masal’ karakteri olarak geçer. Genel olarak ise cadıların, insanları iyileştirdiğine, gelecekten haber verdiğine, mahsullerin bereketli olmasını sağladığına, her türlü musibetten koruduğuna inanılır.  Bu dengenin zamanla değişmesi, adeta bir kurtarıcı olarak görülen düşsel cadıların şeytanileştirilmesi ve tarihin kara lekesi olarak görülen cadı avı ve cadı kavramının kadınla bütünleşmesi ise Orta Çağlara dayanıyor.

Hristiyanlığın erken dönemlerinde, Hristiyanlık dışında her inanç yanlış ya da batıl inanç olarak görünürmüş.  Bu nedenle, Katolik kiliseleri şifacılık yapan, bilgili, kendi hayatları hakkında söz sahibi kadınları her açıdan tehlike olarak görmüşler ve kötü büyüler yapan cadılar olduklarını, erkeklerin, kadınlardan ve cinsellikten uzak durmaları gerektiğini öne sürmüşler.

Orta Çağda, Avrupa’nın zor şartları, mantıksız bir şekilde kadınların uğursuzluğunun bir sonucu olarak görülmüş ve yaşanan kıtlık, ekonomik çöküş, iklimsel felaketler, hastalıklardan ölen hayvanlar ve insanlar için kadınlar günah keçisi seçilmiştir. “Kadınların yaratılıştan ötürü zayıf varlıklar olduğu, şeytana daha kolay kanacağı, şehvetli ve dolayısıyla günahkâr olduğu” düşüncesi cadıların hemen hemen hepsinin kadınlardan oluşmasına sebep olmuştur. Kadının regl kanının zehirli olması iddiası ve bu sebeple kadının özünün de zehirli olacağı düşüncesi de o dönem yaygındır.

Bu nedenle, o dönemde ormanda şifalı bitkiler toplayan, hekimlik, ebelik yapan kadınlar başta olmak üzere birçok kadın, yaşlı, çirkin ya da tam tersi çok güzel (bir erkeğin aklını başından alacağına inanılırmış), çok zayıf, kızıl saçlara ve çillere sahip olan, benlere, doğum lekelerine sahip olan, kürtaj yapan ya da yaptıran, kendi doğurganlığı üzerinde kontrol sahibi olan ve o döneme ait gebelik önleyici yöntemleri kullanan, gün içerisinde uyuyan (gece ayin yaptıklarını bu yüzden gün içinde uyuduklarını düşünürlermiş) her kadın kara büyü yapmakla suçlanmış ve tüm bunlar cadı avı sırasında suç unsuru olarak bulunmuş, tek bir kişi ihbar etse dahi ihbar ciddiye alınarak ‘Cadı’ olduğu şüphesiyle toplumdan ayrıştırılmış, göz altına alınarak, çeşitli işkencelere ve deneylere maruz kalmışlardır.

Cadılıkla suçlanan kadınlar, yaşadıkları şiddet sonucunda cadı olduğunu kabul etmek zorunda kalıp başı kesilerek ya da yakılarak öldürülmüştür. Dominikan tarikatı rahibi Heinrich Kramer, 1486 yılında, cadı avcıları için, cadı olan kadınları nasıl tespit edip sorgulayacaklarına dair Malleus Maleficarum (cadı balyozu) adında bir kitap çıkartmıştır. Bu katliam sonralarda yalnızca kadınlarla sınırlı kalmamış, erkekler ve çocuklarda cadı olduğu iddiasıyla aynı muameleyi görmeye başlamışlardır. Yüzyıllarca, sistematik şekilde birçoğu kadından oluşan yüzbinlerce insan toplumdan dışlanarak, sudan sebeplerle, kendi hayatının iplerini eline almak istediği için katledilmiştir.

İşte ataerkil düzende kalıpları kıran kadınlar. Ya da Cadılar mı demeliyim? Ne tuhaftır ki insanoğlu var oldu olalı bütünsel bir sorun kadın hakları. Asırlardır eril kalem ile yazılan bir mizansen sanki kadının hayatı. Öyle ki masallara kadar sirayet etmiş, sana uygun görülen kalıplara sığarsan, çektiğin onca eziyetin mükafatı olarak beyaz atlı prens tarafından kurtarılmış -tabii beyaz atlı prens olmakta prenses olmak kadar zor, fakat, bu konuyu belki başka zaman konuşuruz-, bir prenses olarak prensinle sonsuza dek mutlu yaşamışsın. Fakat, o kalıplara girmek istemiyorsan ve kalemi eline alıp kendi hayatını özgürce yaşamaya çalışıyorsan bir cadısın ve şayet cadıysan vay haline!

Çoğu kaynakta bu katliamın, yani cadı avının tamamen son bulmadığı ve bu devirde, bazı ülkelerde, hâlâ çoğunluğu kadından oluşan yüzlerce insanın cadı olduğu gerekçesiyle öldürüldüğü, yakıldığı yazılıyor. Kan dondurucu bir gerçek olmanın yanı sıra cadı avının varyasyona uğrayan bir yöntem olduğunu düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Sadece ‘Bazı’ ülkelerde sürüyor denilse de dünyanın dört bir yanında çağa ayak uyduran, modernleşmiş, dijitalleşmiş bir cadı avı yok mu sizce de?

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Ben Edanur Turcan. 2000 Ankara doğumluyum. Lise eğitimimi Yunus Emre Mesleki Teknik ve Anadolu lisesinde Grafik Tasarım ve Fotoğrafçılık okuyarak tamamladım. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi sosyal bilimler meslek yüksek okulu Basım ve Yayın bölümü mezunuyum. Grafik Tasarımcıyım. Yazmaya ortaokul döneminde başladım ve yaklaşık on seneyi aşkın bir süredir ara vermeksizin yazıyorum. Daha öncesinde birkaç öyküm elektronik edebiyat dergilerinde yayınlandı. Halihazırda kendi mesleğimin yanı sıra edebiyat ile ilgilenmeye devam ediyorum.
Yazı oluşturuldu 2

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön