Aşk ve sevgi birbirinden farklı iki kavramdır. İnsan bir anda âşık olabilir ancak sevgiyi zaman besler. Aşk dediğin kavram çekim kuvveti gibidir karşı konulamaz yani. Kendini ona koşulsuzca teslim edersin. Ancak sevgi zaman ilerledikçe sadakat, fedakârlık ve daha birçok kendinden verdiğin ödün ister. Bu değerlere önem veren bir ilişki içindeysen aşk senin için bu dünyadaki en lezzetli nimet olur. Tattıkça doymaz ve bir başka yeni olanı meraka dahi etmezsin. Ancak aşk kavramı içinde bu duyguların mahrumiyetini yaşarsan acı çeker ve gariptir ki bu acıdan vazgeçemez ne kadar çok acı çekersen o kadar çok gidemezsin. Bir tür bağımlısındır çünkü. Aslında aşk da bir sanattır. Tıpkı Bellini’nin tablosuna acı çeken bir karakteri, nakış nakış resmederken gözyaşlarının tuvale damlaması gibidir. Tablo ne kadar ıslanırsa ıslansın parmakları tuvale fırça darbeleri vurmaktan kendini alıkoyamaz. Aslında aşkın özeti de budur. Vazgeçemeyişlerin illüzyonudur aşk. Birçok kişinin aslında yaşadığını sandığı ancak hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığı tuhaf bir gerçekliktir.
Aşkın seyrini belirleyen şey süreçtir. Belirsizlik içinde durmaksızın akıp giden zamanda gözlemlediklerinin toplamıdır. İlişki sürecin devam ederken mantıksız aşk kendini ona koşulsuzca teslim etmektir. Süreç devam ederken mantıklı aşk ise partnerinin eylemlerini, samimiyetini, fedakârlıklarını… Gözlemlemek ve ona göre bir karar vermektir. Sevgi de kendini bu süreç dâhilinde belli eder. Eylemleriyle seni rahatsız eden birini sevemezsin. Sevmediğin birinde ise aşkı tanıyamaz, anlayamazsın. Maruz kaldığın her kötü duygu mücadele etmenin gerekliliğini haklı çıkarır zihnine. Mücadele edersin etmesine de aslında en çokta o zaman kendine yenilirsin. Aşk da mücadele biraz fedakârlık gerektirir çünkü. Yapmak için zorunlu hissettiğin her türlü fedakârlık ise aslında biraz kendine olan yenilmişliğindir. Alışkanlıklarına, doğru bildiklerine ve kimi zaman da en yakınım dediklerine.
Bazen âşık olur insan ve duygularını kontrol edemez ve biraz da midesini. Ya da âşık olduğunu zanneder ama yaşadığı sadece gerçek aşkın bir yansımasıdır. Bir süre sonra âşık olduğunu zannettiği kişi onun için bir alışkanlık halini alır. Sabah onun mesajıyla uyanmak, gün içinde ne yaptığını merak eden birinin olduğunu bilmek ve gece olduğunda yine onun sesiyle uykuya dalmak… O insanın, üzerinde bıraktığı etkiye daha çok bağlanmana sebep olur. Kimi geceler hiç bitmeyecek kadar uzundur. Alışkanlığınla birliktelik yaşamak hem de teninin her noktasını hissedip, her hissettiğinde ise cüretkâr keşfedişlere kalkışarak geçen karanlık ve alacakaranlığın can yakan soğuğunda sıcacık iki beden bir bütün olmuşken âşık olduğunu sandığın kişi aslında duygularını haklı çıkarır mıydı? Sen bir arayış içindeyken zaman ilerler birlikte olduğunuz geceler çift hanelere yükselir. Artık vücudunda keşif edilecek bir yer kalmamıştır. Her yeni birliktelik bir öncekinden farklı değildir. Dudaklarının sıcaklığı da tıpkı dokunuşları gibi canını yakıyordur. Sırtında beliren tırnak izleri artık vücudunun bir parçası haline gelmiş ve bir kadının gecenin sessizliğini bölen çığlıkları artık kulağını tırmalamaya başlamıştır. Çünkü âşık olduğunu sandığı kişi aslında duygularının deneme tahtasıdır. Bu sebeple kimi zaman, hissettiğini sandığın duygular yeterince masum değildir. Hiçbir şey belli etmeden bunu partnerinden gizlemek haz duyduğun bir alışkanlığa dönüşmeye başlamışsa eğer bir başkasını arayış kapıları aralanmıştır. Yeni bir ten, yeni dokunuşlar belki daha kalın parmakların belki de daha uzun… Daha iri göğüslerin konuşmaya başlaması ve onları dinleyen bacaklarının narince olan bükülüşü… Şaşkın olan bir gecede kutsal, güçlü ama biraz da korkan vücutları yeniden aşka dair haklı çıkarır mıydı?