“Hayatta tutunacak bir dalım olsun istemiştim sadece” cümlesini birden çok kez tekrarladığımda, ömrümü neden yerçekimiyle inatlaşarak geçirdiğimi sorgulamaya başladım. Ben neden diğerlerinin yaşadığı hayatı düşerek geçiriyordum? Tamam; hayat, asıl amacı kazanmak olmasa da içinde kazanan ve kaybedenleri barındıran bir oyun olduğu gerçeğini çoktan kabullenmiştim. Fakat sürekli dağıtılan kartları oynamak zorundaysak eğer, herkes yaptığı seçimler doğrultusunda başına gelenleri hak etmiştir demek, ne kadar hakkaniyetli olur, bilemiyordum ama “Götüyle inatlaşan donuna sıçar” diye son derece haklı, veciz bir sözün varlığı, tüm sorgu anlayışımı temelinden sarsıyordu
“Üzgünüm ama aynı hatayı yeteri kadar tekrar etmeden yanlış olduğunu idrak edemeyeceksin.” demişti vaktiyle tanıdığım, benden hayli yaşlıca bir kadın. O esnada, canım burnumdayken, üstenci bir bakış ve süslü bir cümle vasıtasıyla, seçimlerimin ve dolayısıyla zekamın aşağılandığını düşünmüştüm sadece. Halbuki irtifa kaybına başlamışken, karmaşık göstergelerden gelen bilgece bir uyarıymış kulak asmadığım bu tumturaklı cümle.
Üst kat komşumuz Mücella Teyze, 12. yaş günümde, o sene yedinci kez sokak köpekleri tarafından ısırılmamdan hemen sonra, beni apartman kapısının önünde salya sümük ağlarken bulduğunda, bulunmuştu bu ikazda. O yıllarda, içimde bastıramadığım hayvan sevgisinin yegane hedefi köpeklerdi. Cins, ırk, yaş ayırt etmeksizin tüm köpeklere karşı marazi denebilecek bir sevgi besliyordum. Fakat bir köpek beslemek şöyle dursun, hiçbir köpeğin yanından ısırılma tehlikesi yaşamadan geçemiyordum bile. Nerdeyse istisnasız tüm köpekler adeta benden nefret ediyordu. Küçük çocukların suratını yalayan pofuduk yavru köpeklerden, tüm gün güneş altında mışıl mışıl uyuyan miskin mahalle köpeklerine kadar, tüm patili dostlarımız, beni gördüklerinde sanki gözlerinden ateşler saçan birer cehennem zebanisine dönüşüyordu. Kendilerine azıcık şefkat göstermeye kalkıştığım her seferinde, insanoğlunun en sadık dostları, beni birbirine havale edercesine, adeta bir bayrak yarışı edasıyla en az yedi mahalle öteye kovalar ve en nihayetinde haftanın en şanslı köpeği etimden hak ettiği parçayı alırdı. O yıllarda kuduz aşısının bugünkü gibi koldan değil de karından 21 doz olarak uygulanması sebebiyle, yürüyen bir makarna süzgecine dönmüş olan göbeğimin korkusundan mı yoksa zalim pamuğun, kaba etlerimi hunharca ısırmasından ötürü hissettiğim acıdan mı bilinmez, Mücella Teyze’yi fazla ciddiye almamıştım. Ayrıca annemin haftada bir düzenli olarak katıldığı ve sıklıkla beni bir çanta gibi yanında taşıdığı misafirliklerde öğrendiğim kadarıyla Mücella Teyze, oldukça kolay kandırılabilen, saf yaradılışlı hatta bazı komşu teyzelerin deyişiyle, düpedüz su katılmamış bir salaktı. Varlığımı hiç önemsemeyen bu komşu teyzelerin konuşmalarından öğrendiğim kadarıyla, yakın zamanda dördüncü kocasından da ayrılmış, daha doğrusu bir kez daha dolandırılıp, terkedilmişti. Mücella Teyze, her defasında mı namussuz, ırz düşmanlarına denk geliyordu yahut kendisinin naif yapısı mı insanları suiistimale yönlendiriyordu bilemiyorum ama evde top oynarken kırdığım vazoların karşılığı olarak yemediğim dayaklardan öğrendiğim kadarıyla, cezalandırılmamış kabahatten daha büyük bir teşvik olmazdı.
Bahtsız Mücella’nın öz geçmişi ilk kocası Nahit Amca’yla başlıyordu. Nahit Amca evlendiklerinin ikinci yılında, memuriyetteki işinden istifa edip, zeytinyağı ticaretine girmeye karar vermiş ve haliyle sermayeyi de aileden zengin, paşa torunu zevcesi Mücella Teyze’den temin etmiş. Şirketini kurduktan altı ay sonra, işleri büyütebilmek için İspanya’ya gitmesi gerektiğini ve yabancı yatırımcılarla anlaşmak için de yüklü miktarda paraya ihtiyacı olduğunu karısına anlatan çiçeği burnunda tüccar, cepleri ve bavulu dolu bir şekilde Madrid’in yolunu tutmuş. İlk aylarda karısına, mektup aracılığıyla iş hayatı hakkında raporlar veren Nahit Amca, tabii ki düzenli olarak harçlık istemeyi de unutmamış. Dokuzuncu ayın sonunda, kan davalılarının İspanya’da kendisini bulduğunu, Avustralya’ya kaçması gerektiğini ve artık vatan toprağına tekrar ayak basamayacağı gibi çok sevgili eşini de tehlikeye atamayacağından ötürü bir daha görüşemeyeceklerini bildiren mektubu Mücella Teyze’ye ulaşmış. Akabinde gelen boşanma evraklarını, hiç zorluk çıkartmadan imzalayan Mücella Teyze, kıymetli eşinin Avustralya’da zorluk çekmemesi için kendisine yüklü bir miktar daha göndermeyi de ihmal etmemiş. Günahı boynuna ama aslen Edremitli olan Nahit Amca’nın kanlıları olduğu masalına mahallede yalnızca Mücella Teyze inanmıştı sanırım. Kocasından ayrıldıktan sonra, aşka ve sevgiye inancı sonsuz olan kısmetsiz Mücella, bir yıl sonra ikinci kocası Tayyar’la dünya evine girmiş. Tayyar Amca, kabadayı eşrafından, astığım astık, kestiğim kestik bir adammış. Kumara da oldukça düşkünmüş mahalleliye göre. Tabii ki sevgili kocasının tüm hıyarlıklarını çekmekle yetinmeyen Mücella Teyze, geceleri kumarhane arkadaşlarının yanında, mahcup olmasın diye kocasının ceplerini doldurmayı asla ihmal etmiyormuş. Her seferinde o dolu cepleri itinayla boşaltan Tayyar Amca, bir gece şeytanın bacağını dört farklı yerinden kırıp, büyük bir servet kaldırmış. Sırra kadem basan kumarbaz kocanın boşanma evrakları, APS ile altı ay sonra Mücella Teyze’ye ulaşmış. İki yıl boyunca
arkasından ağlaştıktan sonra, aşka inancı bir kez daha galip gelen şanssız Mücella, bu kez gönlünü erkek güzeli, şef garson Yaşar Amca’ya kaptırmış. Anlatılanlara göre Salı günleri, kadınlar matinesinde, gündüz gazinolarına devam etmek, tüm mahalle kadınlarının başlıca vazifelerindenmiş. Zeytinyağlı dolmadan, kuru köftelerine bi-t-tamam hazırlanan mahalle kadınlarının tam mevcut bulunduğu bu organizasyonlarda, evli, bekar, dul ayırmaksızın, herkesin gözü Yaşar Amca’nın üzerinde olurmuş. Esmer güzeli, dalgalı saçlı, ince bıyıklı şef garson, 1.90 boyuyla masaların arasında arz-ı endam ederken, sahnedeki sanatçıdan daha çok ilgi toplar, her masadan ağzına zorla tıkıştırılan çatallara eşlik eden “Senin için ellerimle yaptım Yaşarcığım” nidaları, söylenen şarkıları bastırırmış. Mücella Teyze, saflığı ve zenginliğinin yanı sıra gençliğinde oldukça güzel bir kadınmış, en azından bizim mahalle ölçütlerinde. Gel zaman git zaman Mücella Teyze’ye göz koyan şef garson, kendisine türlü Clark Gable hareketleriyle yanaşıp, üç ayın sonunda nikahı basmış. Ayakları tekrar yerden kesilen Mücellacık, adeta eski evliliklerinden hiç ders almamışçasına, kocasının bir dediğini iki etmiyor, kendisini yeryüzüne yollanmış kanatsız bir melek gibi görmeye devam ediyormuş. Evlendikten sonra mesleğini bırakmayan Yaşar Amca, mahallenin gözünde de bu bahtsızlık zincirini kıracak halka gözüyle görülüyormuş. Fakat evliliklerinin üçüncü ayında daha zengin dolayısıyla daha hayırlı bir kısmet bulmasıyla, karısını terk etmesi bir olmuş Yaşar Amca’nın. Başlarda bu erken boşanmaya rağmen mahalleli kendisine toz kondurmasa da Mücella Teyze’den üzerine yapmasını rica ettiği, yalıdaki 3+1 daire ile birlikte küçük bir emlak imparatorluğu kurduğu haberleri ayyuka çıkınca, bedbaht Mücella’nın günahına giren sıradaki şerefsiz olarak listedeki yerini almış Yaşar Amca. Dördüncü kocasıyla ilgili fazla bir malumatım olmasa da kendisi için söylenen “İki cihanda iki yakası bir araya gelmesin, boynu altında kalsın, ciğeri ağzına gelsin, yesin yesin de sıçamasın” gibi temennilerin her mahalle buluşmasında, sıklıkla tekrarlanmasından ötürü Sıtkı Amca’nın da az çok ne olduğunu tahmin edebiliyordum.
O gün, Mücella Teyze’yi izdivaç CV’sini göz önünde bulundurarak ciddiye almamış olsam bile bugün emin olduğum tek konu, onlar beni pek sevmese hatta nefret bile etseler, köpekleri hala çok sevdiğimdir. Her ne kadar beni kanlı gözleri ve salyalar saçan ağızlarıyla kovalamayı düzenli olarak sürdürseler de onları sevmeye hep devam edeceğim sanırım. Mesela hiçbir zaman bu sevgimi kedilere yönlendirmek aklımdan geçmedi. Yanlış anlaşılmasın, kedilerle bir sorum yok. Hatta sadece köpekler beni sevmiyor diye kendilerine yaklaşmamın, onlar için de aşağılayıcı olduğunu düşünmüşümdür hep. Ben köpekleri seviyorum, ne yapayım. Bir gün beni de sevecek ya da en azından beni sürekli ısırmaya çalışmayacak bir dost bulacağıma dair inancım tam. Şimdi Mücella Teyze’nin uyarısını daha iyi idrak edebiliyorum sanırım. O şansız, bahtsız, talihsiz kadın beni yaptığım hatalar konusunda uyarmıyor, aksine tutkularım uğruna daha ısrarlı olmamı öğütlüyormuş. Televizyonu açıp, kendisini sabah kuşağı evlendirme programlarından birinde, sekizinci kocasını ararken gördüğümde anladım. Merak etme Mücella Teyze, bir gün ikimiz de ulaşacağız o menzile. Sen mutlu yuvanda, ailenle birlikte kırlarda piknik yaparken, ben yanımda en iyi dostum Fındık’la yanınızdan geçeceğim. Elimdeki küçük topu bana geri getirmesi için Fındık’ın koşu yoluna doğru fırlattıktan sonra, bana ilham kaynağı olduğun için sana bir kez daha teşekkür edeceğim. Yılmak yok, mücadeleye devam.