İçindeki ateş,o ilk gençlik ışıltısı, yakınları tarafından yavaş yavaş söndürülmüştü. Herkesin beklentisine karşılık vermeye çalışmaktan ,kendi iç sesini dünyaya kapatmıştı.Sabahları aynaya baktığında gördüğü kadının yorgunluktan yüzü çökmüş,kanatları kırılmıştı.Gökyüzüne en son ne zaman bakmıştı? Hatırlamıyordu bile.
Öyle bir gün geldi ki;tutunacak gücü kalmadı,hayat ona meydan okumuştu ve o altında ufalanıp gitmişti.Üzerindeki bütün statüleri geride bırakarak,yorgun bedeni,bezgin çehresiyle yürüdü…yürüdü…
Yanına sigara,kibrit ve kalbinin derin acılarını aldı.Gitmek istediği yol saf,temiz ruhların nefes alabildiği en en en yüksek tepe olmalıydı.Belki bu tepede iyileşebilirdi.Günler boyunca ulaşmaya çalıştı o yüksek tepeye,sonunda vardı.Burası zirveydi.Onu yargılayacak,yerecek,kötü hissettirecek kimse yoktu buralarda.Rüzgârda uçuşan saçları ensesine,yüzüne,gözüne dolanıyor,Doğanın oksijeni bütün hücrelerini tokatlıyordu.Taşlardan ve kuru dallardan bir barınak yaptı.Sigarasını rüzgârdan zar zor yaktı ve derin derin içine çekti tütünü.Zirveden aşağıya son kez baktı,bir kibrit yaktı ve kuru dallardan yapmış olduğu barınağı tutuşturdu.Ortalığı alevler sardı.Rüzgârla beraber tutuşan bu korkunç ses eski pişmanlıkların ve kırgınlıkların çatırtısıydı.Alevler parladı,parladı,görkemli bir gösteriye dönüştü.Ateşin ortasında kalan kadının bedeni küle dönüşmüştü.Gri küller soğuduğunda arasında ne et,ne de kemik vardı.Küllerin ortasında parlayan,titrek bir ışık belirdi.O ışık büyüdü,ve küllerden yepyeni bir kadın doğdu.Tüyleri yoktu.Benliği çeliktendi.Bakışları zirvenin güneşi kadar parlaktı.Bu kadın kendi yıkımından doğan,tüm kayıplarını güce dönüştüren Anka kuşu kadın’dı.
Şimdi kimsenin keyfine,emrine göre yaşamak zorunda değildi.O sadece kendisiydi.Gülümsedi,ilk kez kanatlarının ne kadar güçlü olduğunu hissetti.Omuzları dik,gözleri ışıltılıydı.
Zirveden aşağıya inerken hayata geri dönüyordu.Artık sönmek,düşmek yoktu.Yeniden doğuş vardı…