Şu akşamların altı elli dokuzdan sonrasını, sonraki günün peşine eklesek olmaz mı? Eklesek de, altı elli dokuzdan sonra bir an evvel, yeniden yanına dönsem? Çok mu istediğim? Tersine dönsün demiyorum ki dünya, benim allak pullak olan aklım gibi. Bendeki saat altı elli dokuz sonrası, hasret çift sıfıra geçiyor ve bir dakika, bilmem kaç sıfırlı saniyelerle boğuşup duruyor. Doğacak olan güne eşlik eden hayalin olmasa var ya, bu zaman adeta duracak… Altı elli dokuz dedi mi saatler; Ağrılar, sızılar, yorgunluklar bile alacaklarını tahsil edemiyorlar, özleminin bedenime koyacağı ipotekten dolayı. Tüm organlar için mesai devam edecek, dinleneceklere yere, hem de zihnin melankolisini çekerek… Gözler, öylesine yorgun ki, boşlukta kendi hallerinde gezintideler, etrafta olup bitenleri umursamadan. Bir an evvel dükkanı kapatıp, Z raporunu almak peşindeler. O güzel gözler ile yaptığı alışverişlerin ne kadar sürdüğünü ortaya çıkaracak, yarının hayalini kuracak… Anlatmak istediklerini içine gizleyecek ve sadece O’na gösterecek. Yani mesaisi uzun. Kulaklar; O duyduğu en güzel nameleri, geviş getirecek, bir kez daha dinleyecek, gözlere de kapanmasını söyleyecek ve bir kez daha geviş getirecek… Her bir sesteki duyguları, zihne yeniden yollayacak, yeniden hislerini uyandıracak, o anları yeniden sahneleyecek… Dilim yine hapsolacak ağzıma ve yarın söyleyeceklerimin provasını yapacak. Anlatılacak şeyleri ,tüm hünerlerini göstererek sunmaya odaklanacak. Üzerinde sihirli aşk sözcüklerini, cilalayacak, bal katacak biraz da… Yanlış bir şey söylerse, dilim dilim olacağının farkında. Muhasebeci yürek, gün boyu yaşadıklarının hesabını kendine verecek. Sevdiceğinin kattıklarını kasasına alacak kaydedecek, ayrılığın bedelini de borç. Özlemin bedelini hesaplayacak ve tüm uzuvlara ve organlara pay edecek. Ve müdür zihinde sıra. Maalesef, altı elli dokuz sonrası hesabını bana verecek ki; yine zararda ve bunalımda… Oysa ki, enerjisinden fazlasını ortaya koyuyor hep ancak beni mutlu etmek ne mümkün. İçten içe bana acıyor ya da üzülüyor lakin şunun şurasında ne kalmış yarına kavuşmaya, kaç trilyon saniye… O da dinlenmek istiyor, ama çok uzun yıllardır benimle çalışıyor ve istemese de acılarıma ortak olduğundan, kendini feda ediyor yoluma. Hakkını ödeyemem zira benim yüzümden bunalımda. Kronik bir rahatsızlığı da var üstüne üstlük, altı elli dokuz sendromu. Bu sendromun yalnızca akşamları ortaya çıkıyor, tam bir stres kaynağı ve antidepresansever. Güneş inanılmaz seviyede iyi geliyor hastalara, bu sendromda. Güneşi görür görmez kabuğuna çekiliveriyor. İlaç olarak da bünye kaldırırsa şayet, uyku geçici bir çözüm sağlıyor. Düşünmeden çekilebilecek bir uyku, ağrılarını hafifletmekte. Zihnin kendisini kağıda kaleme teslim etmesi, bir başka çözüm. Özellikle de demli bir çay, akşamın serinliği, yalnızlık, güzel bir manzara eşliğinde ufka dalıp gitme, diğer rahatlatıcı faktörler olarak sıralanabilir. Sevilenler ile yapılacak muhabbetler, paylaşımlar, düşünme odağını değiştireceğinden tavsiye edilmekte.
Altı elli dokuz sendromunda, gecenin herhangi bir vakti, birdenbire uyanmak mümkün (uyuduğunuz varsayılarak). Yakınlarınızda ağrı kesici olarak, tercihen kağıt kalem, yoksa yazı yazmaya şarjı olan bir telefon, oda yoksa, duvarlara, aynaya, cama, bir şeyler yazabileceğiniz, ruj, göz kalemi vs. Olmalı ya da olsa iyi olur. Zira bu sayılanlardan herhangi birinin olmaması ki, buna “Özlem çarpılması ya da Sevdicek yoksunluğu” deniyor, çok feci. Güneş doğana dek tüm uzuvlar ve organlar, başlarının çaresine bakmak durumunda, çünkü zihin nöbet geçirmekte. Zihnin yerine sadece muhasebeci bakabilir ki, O da hesap kitaptan başını kaldırabilirse. Şanslı olanlar, sevdicekleri ayakta olanlar. Akut Sevdicek yoksunluğu giderme de, bir mesaj yeterli olmaktadır. Şanssız olanlar da ise, yatmadan alınan bir sevdicek mesajı söz konusu. Şanssızlar çünkü, bunun etkisi maalesef kısa sürüyor. Alındıktan sonra, iki saat içerisinde derin bir uykuya dalınmazsa…