Yedi kıtayı susturdum içimde,
hiçbiri anlatamadı seni.
Ne okyanuslar taşıdı özlemini,
ne dağlar gizleyebildi adını.
Sana varan yollar
rüzgârın peşine takılmış
ve gökyüzü, her sabah
senin mavini aramakla yorgun düşmüş
dizimde yatıyor
Dört mevsimin döngüsü bir ezberden ibaret,
sen olmayınca bahar bile eksik açar sardunyanın beyazında
Toprağa fısıldadığım her sözcük
bir filizin sabırsız yeşiline döner.
Biliyorum, kavuşmak bir mevsimdir aslında,
ama biz o mevsimi hiç yaşayamadık,
göçmen kuşların göç zamanlarına denk gelen kanat çırpışlarımızla.
Kış gelince kar tanelerine benzetiyorum suskunluğumuzu,
hep birikir, hep ağırlaşır üzerimde.
Yazlar kavurur gölgemi,
çünkü adını anmak bile yanmaya yetiyor.
Ve biliyorum, seni unutmadan,
sonbahar yaprakları asla kurumayacak.
Sevgi bir doğumdur, demişlerdi,
ama kimse ayrılığın
bir ölüme benzediğinden bahsetmedi.
Doğumla başlayan her döngü,
senin yokluğunda kırılmış bir halka gibi,
eksik, yamuk, anlamsız.
Sana dair bütün sözcüklerim,
bir eski zaman masalı gibi
hiç yaşanmadı sanılacak.
Ah yalnızlığımla tutuşan,
ellerime doluşan tüm özlemler,
avuçlarımdan yere dökülen
kum saatinin kumları gibi hızla alıp gidiyor ömürden.
Hangi saatte varsın,
hangi şehir seni saklıyor,
hangi kapının ardında
bir çığlık gibi yankılanır adın? bilmiyorum
Geceler boyu sessizce kendimle konuştum:
‘Bir gün gelir,’ dedim,
‘Sevgiden yapılmış bir rüzgâr,
bütün o uzak kıtaları aşar,
ve seni bulur.’
Ama seni bulmak,
yedi kat göğe uzanmak kadar uzaktı,
ve ben, hep yeryüzüne çakıldım.
Ay’ın döngüsünde, Venüs’ün kavuşmasında
Kararsız kaldım, yönümü sana çevirirken kayboldum durdum
Şimdi hangi kitabı açsam,
hangi şarkıyı dinlesem,
hangi aynaya baksam
hep sana çıkan bir yol çiziliyor önüme.
Piri Reis’in çizdiği haritada kayboluyorum
Sevgi, özlem, aşk…
Bunlar artık adın oldu,
ve ben adını unutmayacak kadar
bu ömre dolandım tarihin seni anlatan anlarında