Birinci İleti
Aytekin Durgun. 1 Aralık 2023 Berlin
“Ben Aytekin Durgun. Yetmiş sekiz Kastamonu doğumluyum. Annem ev kadını, babam sizlere ömür, emekli edebiyat öğretmeniydi. Bugüne dek ikisinin de benim üstümdeki emeklerini unutamam. Bundan on gün öncesine kadar Ankara Tenten Sokağı’ndaki Devlet Arşiv Bürosu’nda ikinci dereceden bir memurdum. Ancak bugün dünya başıma tersten sokuldu. Sizin hiç dünyanızın başınıza tersten sokulduğu oldu mu? Sokulduğunda kahrolup çarpıldım; oysa birinci derece için iki kısacık senem vardı. Ben ki rütbe, derece arsızı biri olmazken, yıllarımı verdiğim kurum ve baba bildiğim devlet aklının ve millet sevgimin önüne gerilmiş bu bulanık havayı sisli addetmeleri beni yaktı.
Evet, şimdiye dek içimi açacak bir delik arıyordum. O kocaman deliğe kusmak. Lal olduğumu sanmasınlar; uysal başın hiçbir zaman dik başlı olamayacağını da düşünmesinler. Kafam gayet suları aşkındır ve okyanuslara tamah etmez. Bilinsin ki Durgun bu yazıyı yazar dostuna teslim edecek. Bilinsin ki Durgun Keçiören’de bir kırtasiyeci dükkanında yeniden dokuzuncu dereceye itilerek aksi bir kurşuna kurban gidilmeyecek.
Aytekin’in günü nasıl mı geçiyordu? Karşıdaki okuldan gelenler ve ara sıra yabancı sayılabilecek kişileri gözlemlemek daha doğru bir ifadeyle “Çıktı Bakanı’ydım.” Devletimiz kırtasiyelerde ve internet kafelerde dönen dolapları temizlemek adına teker teker bizleri oralara yerleştirdi. Ancak bu duruma daha fazla dayanamıyordum, öyle ki artık ağrıma gidiyordu. Mesleğe yeni başlamış bir çömezin işiyken ben yirmi beş yılımı verdiğim bu meslekte adeta bir oldubittiyle kenara itilmeyi kabul edemezdim. Arşiv Bürosu’nun her işi hatta en değersizi sayılabilecek ince işi dahi makbuldür fakat fişlediklerimiz, çıktısını verip belgesinin kaydını tuttuğumuz dolayısıyla o çevrenin malumatlısı olmayı kendimce kaldıramıyordum. Bu ihtar değil sadece işini yapamayacak bir memurun ruh kıvılcımlarının zikzaklar çizdiğinin işareti… Evet, bizden sıradan bir insanmışız gibi kenara itilmemizi anlamıyordum. Ben esnaf değilim yahut da polisçilik oynayamazdım. Ben yıllarımı verdiğim, ter akıttığım mesleğimi yapmak istiyordum. Daha düne kadar Çöp Arşiv Birimi’nde Kerem Solmaz arkadaşımla çöp ayıklama ekiplerinin bize ilettiği o yazıları, kağıtları, her türlü bilgiyi elektronik ortama aktarıp ve sorumlu birimimize aktarmakla meşguldük. Ancak bugün an itibariyle bu yazıyı yazar dostuma mail yoluyla iletiyorum. Kafam rahat. Ülke dışına ailemle çıkmama rağmen, ülkedeki yakınlarıma rahatsızlık verirseniz ve ailemden birine dokunursanız mecburen bu yazıyı arkadaşım, üniversitedeki sayılı günlerimizin hatırına yayınlayacağına adım gibi eminim. Varol Serdar. Varol kalemi güçlü kardeşim.”
İkinci İleti
13 Ocak 2024 İstanbul
“Yukarıdaki bu mail bana iki hafta önce gelmişti. Fakat maildeki övdüğü o arkadaş yani ben Serdar Kuyumcu, özel bir gazetede muhabirdim ve bir öykü kitabım daha yeni raflara çıkmıştı. Açıkçası korkmuştum. Bizler devlet terbiyesi almış insanlarız. Nerede ne yapacağımızı, doğru olsa bile ne kadar doğru söyleyeceğimizi veya yanlış olsa bile devlet çıkarları adına ne kadar haddi aşacağımızı bilen insanlardık.
Bu maili alırken ilkin arkadaşımın çıldırdığını düşünmüştüm ve bu durum adına ona öfkemi kusabilirdim. Kızgınlıkla mailine yanıt olarak tek bir şey yazdım. Sadece, “Ben devletimin hata yapacağını zannetmem ancak dostum sen acilen bir ruh doktoruna gözükmen elzemdir!” Diye iletmiştim. Şimdi pişmanım o sözü nasıl yazabildiğime halen de inanamıyorum. Bugün geriye bakıp sadece ağlıyorum. Evet kupkuru ve sükût ağlayışları…
Aytekin intihar etmiş. Buna nasıl inanabilirim. Aytekin dindar bir insandı. Hem de kendini köprüden atmış. Artık her şeye ama her şeye midem bulanıyor, kusmak istiyorum fakat kusacak yer de kasaplık. Bizleri döner bıçağıyla kim vurduya götürüyorlar. Artık soğudum her şeyden. Beni öldürün, bu ancak bana mükafat olur. Aytekin’in iki çocuğu vardı ancak benim hiç kimsem yok yani ölsem kimseye faydam dokunmayacak ve kimse arkamdan bakmayacak, yas tutmayacak. Aytekin, kardeşim affet bu arkadaşını… Sözünü tutamadığım için affet. Çok pişman ve yaralı bu arkadaşın seni unuttuğu için gücenme, okul yıllarımızdaki o dişbudak ağaçlarının gölgesinde okuduğumuz kitaplar hatırına affet biricik dostunu. Affet Aytekin, lütfen darılma bana…”
Dün sabah Serdar Bey’in öldürülmüş haberini aldım. Fakat ne yazık ki bu iki iletinin veya mektubun artık herkese faydadan çok zarar getireceğini gördüğümden dolayı bilhassa üçüncü ölecek kişinin ben olmamam temennisini güttüğüm için bundan öte biz yazarların bu sorumluluğu sırtlamasını uygun bulduğumdan, ansızın yahut kısacık da olsa kimliğimi gizli tutarak online paylaşım yapan bir öykü sitesine bu mektupları teslim etmeyi ve onlardan bu sorumluluğu dünya adına ve ölen iki yiğit insanın ve Türkiye’nin sırrı çözülmemiş cinayetlerine bir yenisinin eklenmemesini umarak paylaşacaklarını; en azından tarihin tekraren tekerrür etmemesini dileyerek ve söz konusu mektupların sansür edilmeyerek yayınlanmasını talep ediyorum.
M.A
25 Mayıs 2024 Ankara