Merhaba! Bugün edebiyat camiasında daha çok şiirleriyle bilinen buna karşılık ilk olarak “İmsomnik Gecelerin Öyküleri” adlı hikâye kitabını piyasaya süren Galip Uçar’la röportajımı yapacağım
- Merhaba Galip Bey. Öncelikle nasılsınız?
- Teşekkür ederim. Olabildiğince iyi olmaya ve iyi kalmaya çalışarak yaşıyorum
- “Kalmaya çalışarak” diyorsunuz bunun bir nedeni var mıdır? Hayatınızda ters giden şeyler mi var?
- Aslında çoğu şeyin rutin olduğu ve bu tekrarlar arasında; gerek sabah işe giderken aynı yüzleri gördüğüm, gerek eve dönerken aynı sokaklardan yürüdüğüm, şehrimin yazında, kışında ne olacağını bildiğim ve tahmin ettiğimin de başıma geldiği klasik rutin bir hayatı yaşıyorum. Bundan dolayıdır ki belki her şey aynı, hatta stabil ama bir şekilde devam ediyor. Yani ters giden bir şeyler herkeste olduğu gibi bende de vardır. Eminim ki siz de ben de tamda istediğimizi yaşamıyoruz. Bundan dolayı “kalmaya çalışıyorum” diyorum.
- Peki o zaman röportajımızın edebi kısmına sanırım başlayabiliriz?
- Elbette…
- Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
- Kökleri Doğu’nun ana damarı olan Fırat Nehri kıyılarına, Malatya’ya dayanan ama İstanbul’da doğmuş, yetişmiş, büyümüş bir insanım. İstanbul’daki okullarda okudum, doksanların ve iki binlerin belki de en güzel dönemlerini; ki bu devirde çok güzel şeyler yaşamışız ama onlardan meğerse boşu boşuna yakınırmışız daha iyi anlıyorum, okullarda geçirdim. Okul hayatım boyunca ve yaşamımın her yerinde sanatla uğraştım ve üniversitede de sanatsal bir bölüm olan Türkoloji bölümünü Yeditepe Üniversitesi’nde okuyup, mezun olduktan sonra aynı üniversitede Eğitim Yönetimi yüksek lisansı ve pedagojik formasyonu alıp yüksek eğitimci ve öğretmen oldum. Tabi 2009 senesi itibariyle öğretmenliğe de başladım. Çeşitli okullarda ve belediyelerde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak çalıştım. Lefkoşa’da TED Koleji’nde bunun zannederim hem sanatsal olarak, hem eğitsel manada zirvesini yaşadım. Bunun yanı sıra editörlük ve redaktörlük yapmakla beraber illa ki farklı farklı dergilerde yazılarım ve şiirlerim yayınlandı. Tiyatro tarzında eserler verdim. Bunlar da okullarda başta olmak üzere çeşitli yerlerde sahnelendi. Kısaca sanatla ve eğitimle yaşamına devam eden, yazan, şarkılarını ve türküleri söyleyen, araştıran, üreten biriyim. Tarih, siyaset ve spor alanlarında da araştırmalar ve çalışmalar yapıyorum. Tarih lisansını da bitirmiş biriyim. Bunun sebeplerinden biri de Türkolog olarak Türk dili dışında kültür ve tarihini de sanatını da anlatırken, insanların karşısında bunun da bilimsel kişisi olarak durmak için okudum. Yani ahkam keseceksem iki akademik kariyerimi de ortaya koyup, konuşabilmek için birbiriyle koordine ettim.
- Okumaktan hoşlandığınız Dünya ve Türk edebiyatı yazarları kimlerdir?
- Eskiden olsa sanırım ilk başta Nâzım Hikmet ve Dostoyevski derdim. Lakin artık şiir konusunda Ahmet Erhan’la başlıyorum, Attila İlhan, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli, Edip Cansever tabi ki Cemal Süreya, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Ahmet Arif, Küçük İskender ve Arif Damar . İlla başka şairler de vardır ama bir solukta ağzımdan çıkacak ilk isimler bunlar. Roman ve Hikâye başlığı altında Sait Faik Abasıyanık, Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Cengiz Aytmatov, Mahmut Makal, Samim Kocagöz, Tanpınar, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Vedat Türkali, Cevat Şakir Kabaağaçlı. Dünya edebiyatından ise Poe, Kafka, Hemmingway, Neruda, Ritsos, Brecht, Çehov, Mayakovski, Hugo, Zweig. Dediğim gibi ilk olarak akıldan geçip, ağızdan dökülen bunlar ama dünyanın her yerinden illa okuduğum ve beğendiğim yazarlar var. Misal çoğu kişinin tanımadığı ama bizim ülkemizden, bizden biri olan Garbis Cancikyan yahut Azeri sahasından Behrengi ve Vahapzade bunları da okurum. Bir idolüm hayatta olmadı, kendime yol seçtiğim için yazarların listesi bu kadar uzun oldu.
- Çocukluğunuzda kitap ile ilişkiniz nasıldı, ilk okuduğunuz kitap neydi?
- İlk okuduğum kitap, tabi ki çocuk kitapları ya da resimli kitaplardır ama kitabı edebi manada ve eğitsellik dışında, okuma bilinciyle okuduğum ilk kitap sanırım Şeker Portakalı adlı kitaptı. Kitaplarla ilişkim de şöyle söylenilebilir: Şu dönemde anlaşılması zor olsa da, biz yani seksenli yıllarda doğan çocuklar, darbe döneminde doğmuş ve kaostan kurtulmaya çalışan ve toparlanmaya çalışan bir ülkenin yeni doğan çocuklarıydık. Ailelerimiz gerek siyasi gerekse de sosyal olarak çok şeyler yaşamış ve ardından daha da zor bir dönemde bizleri doğurup yetiştirdiği için kitaplarla erken yaşlarda hatta çocukluk yıllarında tanıştık. Çünkü bizden önceki o zorlu ama onurlu dönemden kalan kitaplar ve müzikler hep evin içindeydi. Bu sebepten de kendi yaşımızdan büyük kitaplarla da iç içeydik ve ondan dolayı da biz onlu yaşlarımızda çoğu şeyi anlıyor ve bunlara yorum yapabiliyorduk.
- Yazarlığa başlamanızda neler etkili oldu, nasıl başladınız?
- Yazmak insanı rahatladır. Ben zamanla kendini dışarıya dökebilen biri oldum. Belki kendime biraz geç değer vermeye başladım diyebilirim. İçe kapanık bir kişi miydim? İlk gençlik yıllarımda kimse kırılmasın, dökülmesin en azından benden sebep bir şey olmasın diye içe kapanıktım diyebilirim. Yani sınıfın o en sessiz çocuğu olmasam da saygıda kusur etmeyen, pek de ses çıkarmayan, kabullenen, hoşgörü denilen o insanı kanıksatan kavrama çok sahiptim. Doğal olarak da okuyan da biri olarak küçük not almalarla başladı. E zaten müzikle de uğraşıyorum, şarkı sözleriyle de haşır neşir olmak durumundayım. Şiir yazmaya başladım. Aynı dönemde küçük diyaloglu metinler, tiyatro sayılmayacak kadar amatör şeyler de çıktı. Ama öykücülük üniversitenin birinci sınıfında yazdığım bir Rus karakterlerin diyalog halindeki öyküsüyle başladı. Baktım ki keyif de alıyorum, beğeniliyor da bu sefer yayınlanabilecek şiirler ve hikâyeler olsun diye kendimi geliştirdim ve bugünlere geldim.
- Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma süreci nasıl gelişti, yazarken uyguladığınız belli rutinler veya ritüeller var mı?
- Sondan başlayayım. Ne rutin, ne ritüel vardı. Fikir aslında ortaya çıkmadı. 2006 senesinden 2021 senesine kadar olan dağınık hikâyeleri bir klasörün içinde topluyordum. İlk olarak şiir kitabı çıkaracağımdan edebiyat camiasından arkadaşlarım, dostlarım ve okuyucular da ben de o kadar emindik ki… Herkesi yanılttım. Daha doğrusu öyküler artık öyle kıyıda köşede durmak istemedi. Bir de yakın zamanda kaybettiğim, çok sevdiğim bir dostum, ablam, aynı yüksek lisans sınıfında yer aldığım Süheyda Tetik bir gün bana demişti ki: “Sen şiir yazıyorsun da bu öyküler yok mu? Asıl senin bu öykülerin bu hayata bir şeyleri gerçekten bırakıp, ölümsüzleşecek”. Biraz onun dedikleri, biraz da kabına sığmayan hikâyeler ve ülkenin ortamına sunamayacağım kadar sert şiirler yazdığıma inanmamdan dolayı bu hikâye kitabı ilk sırayı aldı. İsmine nasıl karar verdim. Aslında kitabın ismi “İnsomnik Gecelerin Öyküleri” olacaktı. Her öyküyü arka arkaya koyduktan sonra başa döndüm ve başlığı yazdım ama yazdığımda n yerine m yazmışım. Beni bilen bilir. Çok büyük hatalar olmadıkça ben yazdıklarımı geri okumam ve Beat Kuşağı gibi kalemden dökülmüş yazılar aynı şekilde benden çıkar ve yayılır. Başlıkta aslında çok büyük bir hata oluşturmuşsa da benim yazı felsefemde geri dönüş olmadığı için İmsomnik olarak kaldı. Neden insomnikten dönen bir imsomnik derseniz? Hepsini gece yazdım, belki hastalık derecesinde uykusuzluk olmasa da uykuya yakın hallerde yazdım.
- Kitabı yazarken nelere dikkat ettiniz?
- Sanırım hiçbir şeye diyeceğim ama gerçekçi ve gerçeklik sahibi olması diyebilirim. Belli bir duruşu olacak ve kurmaca da olsa toplanmış kurmaca yani hayatın bir yerlerinden, belli kesitler, kişiler yahut onların özellikleri ki bu sokakta gözüme çarpıp, aklımda kalmış olan küçük yahut büyük parçalar ya da olaylardır, kısaca halktan olmasına dikkat ettim.
- Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz?
- Kitap birbirinden hayli bağımsız öykülerden oluşuyor. Kitabın içinde yer almaları dışında bir de benim kalemimden çıkmaları dışında ortak bir yanları yok. Hayatın içinden farklı yerlerde yaşadığım, gözlemlediğim ve onları gece düşünüp, birbiriyle kaynaştırıp, kurguladığım eserler. İnsanlar okuduğunda kendilerinden yahut çevrelerindeki biri ya da birilerinden illa ki bir parça bulacaktır. Acı, mutluluk, üzüntü, yalan, heyecan vb. çok çeşitli duyguları barındıran yani insandan feyzini alıp insanı insana anlatan bir kitap.
- Yazdığınız metinlerin öykü olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz?
- Röportajın başında da belirttiğim gibi benim adımı duyanlar ilk olarak şair olarak tanırlar. Şiir, şarkının şiiri olan şarkı sözü, tiyatro oyunu metni, senaryo, deneme, makale, eleştiri, reklam metinleri yazının sanırım her alanında bir üretimim var
- Kitapta adı geçen karakterlerin hayatınızla bağı var mı? Size en yakın olanı hangisi, bu hikâyelerin kahramanlarından kaçı sizsiniz?
- Hayatın içinden bir kitap ve hayatın içinden gelmiş geçmiş, kalmış, yitmiş birçok tanıdık, tanımadık kişiler var. Her hikâyede illa ki benden bir parça da vardır. En yakın olanı hepsi çünkü hepsi benden çıktı.
- Karpuz kokusu hikâyesinin yaşanmışlığı var mı, varsa anlatabilir misiniz?
- Direk bir yaşanmışlığı yok. O da belli toplama kurgular ve gerçekler barındırıyor lakin benim aile meyve sebze işiyle uğraşıyor. Bizim ailede hatta sülalede doğan çocukların ilk fotoğrafı karpuzun üzerine oturur şekilde yahut arasına konmuş şekildedir. Doğuştan bu zamana dek karpuz kokusu hem karnımızı doyuran, hem keyif aldığımız, hem bir bakıma yoldaşlık etmiş bir koku.
- Önsözdeki “Belki yazdığın öykülerle mağarandan çıkıp, bilgeliğinle insanlığı aydınlatma vaktidir. Romantikliği bırak.” Sözü bu kitabı yazmanızda ne kadar etkili oldu?
- Birkaç soru önce size anlattığım, yitirdiğim dostum, ablam Süheyda Tetik’in bana söylediği bir sözdü. İkimiz de eğitimciyiz ama benim yazarlık ve başka sanatsal yönlerimi de biliyordu. Çok atak biri değilimdir. Hatta miskin yaşamayı çok severim. Ahestelikle hayatın küçük ayrıntılarını yaşayıp, koşarak ölüme gitmeyi pek istemem. İşte bu atak olmayış durumunda ve dostlar arasında genelde fikri alınan ve önemsenen de biriyimdir, bu fikirleri kendime saklayıp, yaymamam ve ürettiklerimi piyasaya sunmamam üzerine söylenmiş bir söz bu.
- Hikâyelerin betimleme üzerine kurgulanmasının amacı nedir? Bir tür sinema mı yaratmak istiyorsunuz?
- Ben görselliği severim. Yazdığım kelime yahut cümle benim gözümün önünde sinematografik olarak canlanır. Yani betimleyerek yazarım çünkü aslında yazdığım her şey gözümün önünde gerçekleşir ama benden başka kimse görmez.
- Kitaptaki hikâyelerinizi okuyucu gözüyle okuduğunuzda neler hissettiniz?
- Bazı düzeltmem gereken yerler haricinde ben yazdıklarımı okumam. Kitabımı da elime geçtiğinde sadece inceledim, okuyucu gözüyle okumadım. Zaten böyle bir şeyi de yapamam. Onu yaratan, doğuran ve sunan benim.
- Yazmış olduğunuz bu eserin kapağı hakkında yardım aldınız mı, sizin tasarımınız mı?
- En sorulmasını istediğim sorulardan biri budur. Kapağı çizen kız arkadaşımdır. Kapaktaki o insan, kıvırcık saçlı olan kişi benim. Yıldızlar ise hikâyeler kadar vardır. Bir yıldız da benim ensemdedir yani o ana yıldızdan o yıldız ortaya çıkmıştır. Kız arkadaşım ve benim ortak düşüncemizdir. Kapak aslında daha düzeltilecekken, ben yine yazılarımda olduğu gibi ilk ve ham halini yani en gerçek halini basıma yolladım ve o kapak oldu. Bundan dolayı da orantısızlıklar var. Ben de hayatımda orantısızım bu sebepten kitap kapağı da ben gibi.
- Yazdığınız metnin bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Bitmesi bir yana, bir dergiye gönderebileceğiniz kararını verirken, kendi kendinizle hesaplaşırken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir?
- Başladığı gibi aslında kendi bitiyor. Bir yerde artık ya bilinmezliğe yol alıp ucu açık bitiyor ya da bitmesi gerektiğinden tükeniyor. Kendimle hesaplaşmalarım aslında yazılarım. Yazdığım şeyler de kıstaslarım. Kafam çok karışıksa içeriği karmaşık kurgulanıyor, sakinsem biraz romantik yahut melankolik oluyor. Dergilere gönderilen yazılar ya da şiirler derseniz dergiye gitmesi gerektiği vaktin akabinde üretip orası için özel yazıp, yolluyorum. Kitaplaşamayacağına inandığım eski eserlerimi yahut yarışmaya katılan eserlerimi de yollama durumum oluyor.
- Dosyayı bitirdikten sonra yayınevlerine ulaşma, başvuru ve dosyanın kabul edilmesi sürecinden bahsedebilir misiniz? Bu süreçte yaşadığınız zorluklar olduysa bunları nasıl aştınız?
- Çok sevdiğim eğitimci ağabeyimin tanıdığı bir yayınevine yönlendirmesiyle basım gerçekleşti. Konya’da Mustafa Tenker Yayınları’ndan çıktı. Önce dosya istendi, sağ olsunlar referanslı olunca ilgileri biraz daha fazla oldu. Lakin süreç çok fena geçti. Şubat 2023 başında yolladığımda Kahramanmaraş Depremlerine denk geldi ve belki bir haftada dönülebilecek yanıt bir buçuk aya, doğal olarak uzadı. Önceden başka yayınevleriyle de görüştüm ama tutarsızlıklar, maddi olarak sunulan uçuk rakamlar, bazı güvenemeyişler, kendi maddi durumumun denk gelmemesi, sayabileceğim başka sebeplerden onlarla çalışmadım. Mustafa Tenker bey hem güven verdi hem de kitabın çoğuna sponsorluğunu da yaptı. Sağ olsun süreçte de hep yanımdaydı. Depremin kaosu ve sonrası ardından seçim süreci, sonra yine seçim süreci pek de reklamını aktif yapamadığım bir de üzerine acil olarak ameliyata alınmamla hayatımın yine durgunlaşmak zorunda kalmasıyla birlikte bu zamanlara geldik. Aslında bu bahaneyle kitabımdan da özür dilemek istiyorum, satış ve pazarlama aşamasında neredeyse onun yanında hiç yoldaşlık edemedim ve kendi kendini okurla buluşturdu.
- Bu kitabı tamamlamak ne kadar sürdü?
- 2006’dan 2021 senesine kadar.
- Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa kısaca söz edebilir misiniz?
- Olmaz mı? Hem bekleyen öykü kitapları, hem de en son baktığımda sayısı yirmiye ulaşan şiir kitabı taslakları var. Üretmeye de devam ediyorum, soluğum kesilene dek de üreteceğim.
- Yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
- Korkmadan yazın. Sadece yazın ve içinizde bırakmayın. Satmayabilir. Çoğu kişi kitabınızı almayabilir ama ulaşması gereken kişiye bir yoldan bir kelimeniz bile ulaşacaksa ulaşır.
- Röportaj için tekrar teşekkür ederim ama ayrıca benim gibi edebiyat okuyan bir üniversite öğrencisinin sizinle röportaj yapma talebini hiçbir şekilde geri çevirmeyerek, ilkten kabul ettiğiniz için ayrıca minnettarım. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mıdır?
- İnsan doğar, yaşar, üretir ve nihayetinde bir vesileyle ölür ve toprakla bir olur. Ben sanatı ölümsüzlük için ve halklara bir şeyler anlatabilmek, gizlide saklıda kalmış görünmeyen yahut görülemeyecek kadar küçük şeyleri fark etsinler diye aracı olarak kullanırım. Yarına inanmam. Bir saniye sonrasında ölebileceğimiz gerçeği varken benim için yarın yoktur. Düne ve ana kefilim. Onlar yaşandı ama yarın ya da birkaç saniye sonrası benim için yok. Bu sebepten, ilham o an bana ne getirdiyse üretirim ve saklarım. Eğer ben yaşarken sunulabiliyorsa ne âlâ ama ben yaşarken basamadıysam, sunamadıysam yahut bu müzikse onu kaydedip, okuyamadıysam, benden sonra yakınımdakilere doğal vasiyetimdir ki onları yayınlasınlar. Yazmak ve üretmek isteyen herkes de bu fikirler yol aslın ki sonraya kalan ilhamlar pek de vücut bulmuyor. Gece uykun bölünse de o bölünen saatte doğurduğun yeni ürün sonsuza dek gözü açık yaşıyor. Bir de edibe namzedi yahut müstakbel edibe olman dolayısıyla tavsiyeler ilk ağızdan tabi ki size de Melek hanımcığım. Üniversite öğrencisi olmanız yahut sıradan biri olmanız ile ünlü bir gazeteci olmanız arasında halka ulaşacak bir vesile yaratacağınızdan benim için bir fark yok. Önemli olan üretilenin halka ulaşması ve bunun gerçekten gönülden gelen birisi tarafından ulaştırılmasıdır. Bu sebepten ben teşekkür ediyorum böyle bir röportaj gerçekleştiği için.