1.
“Başkan halleder ya, merak etme sen” dedi, alaycı bir sesle.
“Tabii halleder” dedim, yüzüne dik dik bakarak: “İyi ki var.”
“Belediyecilikten ne anlar ki, ne yapmış ki şimdiye kadar karlı yolları temizlesin?” sorusunu ağzına tıktım: “En azından çalmıyor”.
Beni kızdırmayı yine başarmıştı. Kötülüğün vücut bulmuş hali karşımda duruyordu ve ben bu adamla aynı odada çalışıyordum. Onun gibilerin devriydi şimdi. Güçlünün yanında duruyor, güçsüz olanı el birliğiyle çiğniyorlardı. Farklı olanı, haksızlığa uğrayanı koruyan güdümle hınçla baktım yüzüne.
Feci kar yağıyordu dışarıda. Yollar kapalı olunca evimin önündeki duraktan otobüs geçmemişti bu sabah. Ben de yürüyerek gelmiştim işe. Yolda benimle beraber olan pek çok canlı gibi çok üşümüştüm. Benim üşümem sadece bu sabaha hastı, ama sokakta yaşayan diğer canlılar… Onlar neden üşümeye mahkûm olsundu? Bunları dertlenerek gelmiştim işe, sonra karşımda oturan Akif’in karlı yollar, gelmeyen otobüsler tantanası bitmemişti bir türlü.
İşi çıkışı eve dönerken yollar şansıma açılmıştı. Otobüsü yakalayınca daha az üşüyerek döndüm eve. Apartmanın kapısına geldiğimde ise tatlı bir sürprizle karşılaştım. Küçücük bir yavru kedi sığınmıştı kapıma. Zavallıcık nasıl da üşümüştü. Hiç tereddüt etmeden onu kucağıma aldım ve duman rengi tüylerini okşayarak içeri girdim.
2.
Öpülerek uyandırılmayalı ne çok zaman geçmişti. Sevgili yanımda yatmak yerine, uçsuz bucaksız kumsallarda uzanmayı tercih etmişti. Benim de uzandığım olmuştu o kumsallarda. Dünyanın diğer ucunda, her şeyden ve herkeslerden uzakta, hayat kaygısı olmadan, tek derdinin içtiğin içkinin ılık olması olan sonsuz bir huzur halinde. Bu sonsuz huzur halini, bir süre sonra sıkıcı bulmaya başlayan sadece ben olmuştum. Hayata sadece keyif çatmak ve aşık olmak için gelmiş olamazdık. İdealist yaklaşımımın bedelini yalnız yatarak ödüyordum şimdi. Neyse ki yavru kedimin sıcaklığı biraz teselli ediyordu üşüyen ruhumu.
Yataktan gerinerek kalktım, tüylü dostumu taklit ederek. Sütünü verip hazırlanmaya başladım. Sabahları bir şey yemezdim ama yavru bir kedinin beslenmeye ihtiyacı vardı. Hızlıca giyinirken kapı çaldı. Alt komşumdu gelen. “Buyurun Hanife Hanım.” Düğmelerini sıkı sıkı iliklediği gömleğini çekiştirerek: “Günaydın kızım, apartman kapısını çocuklar açık bırakıyor, sonra kediler doluşuyor içeriye, seni de uyarmak istedim. Kedi görürseniz almayın olur mu içeri.” Ölüme terk edin diyordu yani. Tüylü dostumla karşılaşma endişesiyle kapıyı daha fazla açmak istemedim. Hızlıca “Ben bir şey görmedim” diyerek başımdan savdım Hanife cadısını. Dünya üzerinde yaşama hakkı olan tek canlının insan olduğunu zanneden bencil mahlûkatın suratına kapattım kapıyı.
Biz insanlar ne kadar kötü varlıklardık böyle. Dünyayı kendimiz dışındaki diğer canlılar için yaşanmaz hale getiriyor ve bunu hak sayıyorduk kendimizde. En az benim kadar tüylü dostumun da yaşamaya hakkı vardı. Hayvanlara zarar vermenin ne farkı vardı insanlara zarar vermekten. Bu nasıl bir bencillik, nasıl bir kötülüktü! Sabah sabah yine asabım bozulmuştu. Söylene söylene soğuk havaya attım kendimi.
3.
Olga Tokarczuk’un romanlarındaki gibi doğa ve hayvanlar, onlara zarar verenlerden intikam alabilseydi keşke. Üşümemek için ellerim ceplerinde, başım önde kedimi düşünürken birinin adımı seslendiğini duydum “Nill.”, “Merhaba nasılsın?” Ne kadar çok zaman olmuştu onu görmeyeli. Her zamanki neşesiyle yaklaştı, sarıldı bana. “İyiyim, aslında üşüyorum. Sen?” Bir kadın yıllar geçse de zarafetinden nasıl bir şey kaybetmezdi, böyle güzel görünmesinin sırrını belli etmeyerek:
“Telaşlıyım bu aralar canım, yakında bir sergimiz olacak.” Merak etmiştim sergiyi. Çok uzun zamandır resim yapmıyordum. Açıkçası beni heyecanlandıran bir unsur olmamıştı resmetmek için. Meraklı bakışlarla anlatmasını bekledim sergiyi. Sokak hayvanlarına yardım için organize olmuşlardı. Serginin açılış amacı da buydu. Satılan resimlerden elde edilen gelir, sokak hayvanlarının bakımı için harcanacaktı.
“ Ne harika” dedim coşkuyla. Benim de katkım olsun çok isterim.
“Çok seviniriz Nil, bize yaptığın bir resmi bağışlar mısın?”
“Yeni bir şeyler çizsem, eskilerden pek bir şey kalmadı.”
“Tabii çok güzel olur, yeni bir çalışma bekliyorum senden o halde. Çok öpüyorum tatlım”
Sımsıkı sarılarak uzaklaştı yanımdan Oya, ne harika kadındı, nasıl enerjik, nasıl hayat doluydu. Etrafımızda olan tüm kötülüklere rağmen, umudunu hiçbir zaman kaybetmezdi. Enerjisi bana da bulaşmıştı şimdi. Bugün işe gitmekten vazgeçtim. İşyerini arayıp hasta olduğumu söyledim. Doğruca eve gittim. Resim malzemeleri bulmak için depoya inmem gerekti, onlara dokunmayalı o kadar çok zaman olmuştu ki. Hızlıca resim kâğıdı ve kalemlerimi bulup çıktım depodan. Benim tüylü arkadaşım nerelerdeydi? Isınmak için sıcak bir yer bulmuş olmalıydı kendine. Uyuklarken onu çizmeye başladım. Birkaç deneme çiziminden sonra elim eski pratiğine kavuşmaya başlamıştı. Sergi için tuval üzerine renkli bir çalışma yapmaya karar verdim. Tüylü dostumu, en canlı ve sevimli haliyle çizmeliydim. Louis Wain’in kedisini çiziyordum sanki. Kim kimin hayatını kurtarmıştı acaba? Kim kimin mutluluk kaynağı olmaya başlamıştı?
4.
Resmi vaktinde yetiştirebildim sergiye. Küçücük de olsa katkım olursa nasıl mutlu olacaktım. Sergi ne kadar da kalabalıktı böyle, bir sürü hayvan sever bir aradaydık. Kalabalığın arasında Oya’yı buldum. Hararetli bir şekilde serginin amacını anlatıyordu ziyaretçilere. Sergilenen eserlerin fiyatları bağış olunca daha makuldü şimdi, üstelik sevgili Belediye Başkanımız da yer konusunda yardımcı olmuştu derneğe.
Eserleri gezerken bir anda Akif’i gördüm. Onun ne işi vardı burada? Sokakta hayvan görse tekme atardı zavallıcıklara, üstelik küfrettiği belediye başkanının desteklediği bir sergiydi burası. Karşılaşmamak için sergi salonunun arka tarafına geçtim acele ederek. Mutlu ve işe yarar hissettiğim bir anda, ne işi vardı Akif’in Allah aşkına! İşyerinde gördüğüm yetmezmiş gibi burada da günümü mahvetmeye başarmıştı.
Sergi alanına geri döndüğümde Oya’yla konuşurken gördüm onu. Ayrılır ayrılmaz da Oya’nın yanında bittim. Ne olduğunu, Oya’ dan ne istediğini hemen öğrenmeliydim. Bir tablo satın aldığını söyledi Akif’in, kedileri çok severmiş, sokak hayvanlarına katkısı olsun istemiş. Şaşkınla “Kimin Akif’in mi?” sözleri döküldü dudaklarımdan. Nasıl olur, onun gibi biri? Akif’e şaşırıp sergiyi gezerken, kendi tablomun yanına gittiğimde, kenarına iliştirilmiş kırmızı etiketi fark etmem geç olmadı. “SATILDI” yazıyordu kalın puntolarla. Louis Wain’in kedisi satıldı.