Nöbet Yerinde Bir Ruhun Güncesi
Gecenin en sessiz saatinde uyumayan bir düşünceyim. Ne bir isim taşıyorum ne bir yönüm var. Sadece varım. Ama bu varlık, bir tanımın içine sığmıyor. Ne yaşadığımı tam olarak biliyorum, ne de yaşamadığımı. Arada bir yerdeyim. Bir sınırda. Belki de bir eşikte. İçimde bir şey kıpırdıyor her sabah. Ama bu kıpırtı ne umut ne de korku. Daha çok, bir hatırlama gibi. Sanki bir zamanlar bir şeydim. Bir ses, bir iz, bir gölge. Şimdi ise sadece bekleyenim. Beklemekten başka bir şey bilmeyenim. Tutunacak şeyler aradım. Ama her şey yakıyor. Her şey iz bırakıyor. Her şey geçici. Ellerim boş değil, ama dolu da değil. Sanki tutmakla yanmak arasında bir yerde duruyorum. Ve bu duruş, bana ait. Kimseye anlatılamaz, kimseyle paylaşılmaz.
Sözler vardı bir zamanlar. Güçlü, anlamlı, yön gösteren. Şimdi ise sadece bir yankı. Bir zamanlar konuştuğum her şey, şimdi bana dönüyor. Ama tanıyamıyorum. Sözcükler değişmiş. Ya da ben değişmişim. Belki de ikimiz birden anlayamıyorum. Yalnızlık, bir durum değil artık. Bir kimlik. Bir iç ses. Bir ritim. Bazen sessizce yürüyen bir gölge gibi, bazen içimde horon tepen bir titreşim gibi. Ama hep var. Hep benimle. Ve ben ona alıştım. Onunla konuşmayı öğrendim. Onunla susmayı da.
Ölüm, bir son değil. Bir ihtimal. Belki de bir cevap. Ama ben hâlâ sorudayım. Hâlâ arayıştayım. Hâlâ nöbetteyim. Bu nöbet, bana verilmiş. Kimse sormadı, kimse açıklamadı. Ama ben buradayım. Ve bu duruş, bir görev gibi. Belki de bir dua. İçimde emirler var. Ama kimse vermedi onları. Kendiliğinden doğdular. Belki de yaşamak, bir emir kipidir. Belki de susmak. Belki de sadece kalmak. Her neyse, ben o kipin eriyim. Sorgulamadan, direnmeden, sadece durarak. Ve şimdi, bu yazının sonunda, hâlâ bir tanımım yok. Ama bir sesim var. Bir izim. Bir nöbet yerim. Belki de bu yeter. Belki de bu, var olmak için gereken tek şeydir, vesselam.
Mehmet Aluç