Ne bir karıncayı incitmişti,
Ne kimsenin tavuğuna kişt demişti.
Yıllarca yılanla koyun koyuna yatmıştı da
İnsanoğlundan gördüğü ihaneti görmemişti.
Alçakça yaktılar.
Tüm renkler yakışırdı ona,
Ama yine de en çok yeşili giyerdi.
Göğe uzandığında elleri,
Maviyle sarmaş dolaş olurdu dalları.
Tüm renkleri öldürüp,
Simsiyah bir utançla örttüler üstünü
Utanmadan yaktılar.
Sedir, ardıç, ladin, göknar…
Kayın, kavak, meşe, defne…
Kestane, gürgen, çınar,
Adını bilmediğim binlerce çam…
Sırtında güneşi taşırdı, gölgesinde huzur
Geceyi yıldızlarla süslerdi,
Gündüzü kuş cıvıltısıyla.
Ve onlar…
Vicdansızca yaktılar,
Tilki kaçtı, çakal uludu,
Vaşak gözyaşı döktü geceye
Ayı inine sığmadı
Tavşan kan ter içinde,geyik düşe kalka,
Kuşlar göğe değil ateşe savruldu.
Karıncanın ayak izi, yaprağın küllerinde kayboldu.
Diri diri yaktılar,
Kızıl gözlü ejderha,
Ağzından saçtı cehennemi,
Minicik bir kıvılcım toprağın tam kalbine saplandı.
Engerek tısladı bir köşede
Otlar, çiçekler, böcekler bir bir alev aldı.
Hayâsızca yaktılar,
Duman sardı maviliği, göğün gözyaşı kurudu.
Ağaçlar feryat etti, toprak inledi.
Küller yüreğimize savruldu
Ve ateş…
Sadece ormanı değil bizi de yaktı.
Günlerce, gecelerce,
Umarsızca, acımadan, utanmadan yaktılar.