Ah İhsan ah! Sen gittiğinden beri bileğinin sıcaklığından uzakta, zamanın durduğu çekmecenin sessiz karanlığında yaşıyorum.Akrep ve yelkovanım 5 i 10 geçede kilitlenmiş durumda.Limon kolonyasıyla yapıştırdığın kuzguni saçlarından sonra takardı beni bileğine İhsancığım.Nezaket’le buluşacağı zaman “güm güm” duyardım atan kalbinin sesini.İlk öpüşmelerini hatırlıyorum; deli dolu çocuk bir anda olgun bir adama dönmüştü.Ah o gün,o kara gün! Takvimler Şubat’ın 22 sini gösterdiği o lânet gün…Anlamıştım bir şeyler olacağını.Bir atıyor,bir duruyordu İhsancığımın o güzel kalbi.O gece uyudu.Bense kesonun üzerinde yanı başında günün ağarmasını bekliyordum.İhsancığımın kalbi durduğunda bende durdum.Avazım çıktığı kadar bağırdım,kimselere duyuramadım.Sonradan anladılar kalbinin durduğunu.Beni çekmeceye attıklarında 5 i 10 geçe bende kilitlenmiştim.Atış, o atış…Oysa kızı Melike’nin doğumuyla ne çok sevinmişti.Kasa kasa beraber lokum dağıtmıştık mahalleliye.Büyüttü ,okuttu Melikesini.Avukat çıkmıştı İhsan’ın kızı.”Benim kızım avukat oldu” der gururlanırdı.Kendi düğününde,kızının düğününde,torunu küçük İhsan’ın doğumunda beraber sevinmiştik.Ben artık karanlık bir çekmeceye mahkûm edilmiş bir kol saatiyim.Uzun yıllardır ışığa çıkmadım.Arada küçük İhsan gelir,koşar,zıplar anneannesi Nezaket’e laf ebeliği yapar.Yine bir gün küçük İhsan’ın koşuşturmaları duyuluyor.Derken bulunduğum çekmeceyi açtı.Üzerime odanın ışığı gelince kalbim çarpmaya başladı.Tavandaki avize,duvarların rengi,yatağın örtüsüne kadar her şey aynıydı.Duvardaki boy aynasında İhsancığımla durduğumuz günleri hatırladım,camdan esen rüzgârda limon kolonyasının kokusu geldi burnuma.Gözüm İhsancığımı aradı durdu.Aman allahım küçük İhsan beni avucunun içine aldı.Koşa koşa odanın içinde dönmeye başladık.Kendime baktığımda kordonumdaki çatlaklar,camımdaki çizikler hayatın izlerini taşıyordum.Bir zamanlar parlayan altın rengim yerini mat bir yorgunluğa bırakmıştı.Zamanın hızına yetişmeye çalıştım hep.Nezaket geliyor! Nasıl da aklar düşmüş saçlarına.Ne severdi İhsancığım seni…”menekşe gözlüm”derdi her seferinde.”Anneanne bu saat kimin?””Ayy nerden buldun sen onu?Dedenin saati o,dikkat et kırılmasın!” “Ama bu çok eski; babamın saati akıllı saat,konuşuyor, içinde böyle eski rakamlarda yok,telefon çalınca babamın saati de yanıp sönüyor.”O an çok şaşırmıştım.Işıklı saat te ne?Telefonla saatin ne ilgisi var? “Aman çocuğum dedenin hatırası o saat,büyüyünce takarsın.” Zar zor Nezaket küçüğün elinden aldı beni.”dank” diye karanlık çekmeceye kapattı.Durmuş zamanın bekçiliğini yapmaya devam ben.Kalbimdeki o son “tik-tak” sesi…Günler geceler geçiyor…Evde kalabalık var,hem de çok,ağlama sesleri,dualar…Bulunduğum odada derinden gelen konuşmalara kulak veriyorum.”Rahmetli Nezaket…” Çırpınmak istiyorum çekmecenin kuytu karanlık köşesinde,sen de mi Nezaket,sen de mi?İhsancığım en sevdiğini yanına aldı demek ki.Ben ne olacağım peki?Evin kızı Melike yurt dışına yerleşiyor.Bir daha dönmeyeceklermiş buralara.Evi tüm eşyalarıyla birlikte satıp gittiler,bir iğne bile almadan.Yeni sahipler geldi buralara.Beni çekmeceden çıkardılar,evirip çevirdiler,kimi çöpe atmak istedi,kimi eskiyim diye dalga geçti.İçlerinden birisi beni aldı arabaya koyup bir dükkana bıraktı.Genç bir adam büyüteçle beni inceledi.Herkesin paslı metal parçası gözüyle baktığı bana,hazine bulmuş gibi sevindi.Mikroskobun altına koyup,küçük bir cımbızla kapağımı açtı.Pasımı temizledi,kırık dişlilerimi onardı.Kirlenmiş zembereğimi yerine oturttu.Kalbim,Kalbim…İşte yeniden atıyor.Çok özlemişim.”tik-tak,tik-tak.”Beni eski tozlu bir vitrine koydular.Yeni hayatım,yorgun bedenimle kimin bileğinde atacak acaba?