Dedim ya geçen gece rüyamda kendi kelimelerimi yiyordum diye… Esasen deneme yazarı olmayı da ben tercih etmedim. Annemle babamın bir hiçlikten yoğurdukları bilinçaltımda ayan beyan bir pırıltı doğdu bugün. İşte bu pırıltılar birike birike bir yıldız gibi parlatacak beni, küstah bir beyanla eminim buna. Her hiçlikte yediğim kelimeler midemi ve denemelerimi dolduracak. Yaşam, sizi bu dünyaya var eden her şeyin içindeki yoğun bir çelişkiyle hasbihâl edip duracak.
Tıpkı ebeveynine yabancılaştırılan ya da yabancılaşan bir çocuğun bir ebeveynini reddettiğinde kendiliğinin bir parçasını reddediyormuşçasına bir his yükü… İşte böyle ya da buna benzer kayıp hisler… Kendi parçanızdan ayrılmış ve bu yüzden kendinizi bulamıyor oluşunuzdan heh işte oradan bir aydınlanma doğacak. Keşfedilen her doğru kitabın sizi kendi gerçekliğinize yaklaştırdığından emin olmanız adına kaç şahit tutmak gerekecek bilmiyorum ama fark edemediğiniz her hâliniz, ussal sadeliğinizin yitimi adına defalarca kahkaha atacak. Ne yazık ki neşeyle değil. Sahi her kahkaha neşeyle mi atılır? Yoksa pasif agresif bir kahkahayı neşeyle atılan bir kahkahadan ayırt edemeyecek kadar nasezgisel miyiz?
Yaşamda hep böyle ikircikler vardır. Kahkahanın, sözlerin, davranışların bize yansıtılan sembolik hâllerinden çok daha derin nokta atışları vardır ama anlam veremezsiniz, tanımlayamazsınız ya da bir başkasına anlatamazsınız. Şöyle bir kontrol edersiniz travmalarıma mı denk geliyor, şemalarım mı tetikleniyor, alınganlık mı ediyorum …..diye bir köşeye kıstırıp kendinizi sorarsınız kendinize… İçinizdeki o şey, size gerçeği çoktan söylemiş olsa da yine de iyi niyet şerbetinden bir yudum alıp telafikasyonel tavırlar takınırsınız. Ne bileyim işte yazarak da anlatamıyorsam demek ki sezgilerim okuma ve yazmayı hâlâ sökememiş. Sezgilerim konuşmayı da öğrenememiş. Ve daha bir sürü eksik duyumsamayla insan olma deneyimindeyim. İnsanım.
Biraz eksik biraz fazla.