İlk öyküsünün basıldığını gördüğünde geri dönmemek üzere yazı yolculuğuna çıktığını anlayan Seçil
Erginler’le yol boyu yaşadığı inişleri, çıkışları; anılardan, kokulardan ve imajlardan tetiklenerek yazdığı
öykülerini ve ilk öykü kitabı Eksiliyorum Gitgide’yi konuştuk.
Hayali okurunun içinde kendisini bulabildiği, akılda kalan kurgular yaratmak olan Seçil Erginler’in
sorularıma içtenlikle verdiği yanıtlarla, son dönem yerli edebiyatın, özellikle öykü dalının yepyeni
yazarların doğumuyla çiçek açmasına bir parça ışık tuttuğunu umuyorum. Keyifli okumalar
– Ne zamandır yazıyorsun Seçil?
Kendimi bildim bileli kalem ve kâğıdın buluşması bana çok büyüleyici gelmiştir. Yazacak bir şeyim
olmasa bile bir defterin, günlüğün başına oturup sevdiğim bir kalemle bir şeyler yazmak bana çok iyi
gelir. Gittiğim her yerde mutlaka kitapçılar ve kırtasiyeler ilk durağım olur. Defter ve kalem aldığımda
çok mutlu olurum, hele onları güzel kelimeler, cümlelerle doldurduğumda, kendimi ifade ettiğimde.
İlkokuldayken yazdığım bir hikâye Milliyet Çocuk Dergisi’nde yayımlanmıştı. Lise ve üniversite
yıllarında kitaplardan sevdiğim bölümleri yazdığım, günlük olayları, iç dökmelerimi, duygularımı
paylaştığım defterlerim vardı. Dedem edebiyat öğretmeniymiş, kendisini hiç tanımadım. Tesadüfen
karşılaştığımız bir öğrencisinden dolmakalemi çok sevdiğini öğrendiğimde kendime çok güzel bir
dolmakalem satın almıştım.
– Yazmak senin için ne ifade ediyor? Bir gün yazmanın mümkün olmadığı bir ortamda yaşamak
zorunda kalsan ne yapardın?
Yazmadığım bir hayatı hayal bile edemiyorum, hele aktif olarak öykü yazmaya başladığımdan bu yana.
Ben yazmanın fiziksel boyutunu da ruhsal yanını da çok seviyorum. Bir masa başında yanıma duruma
göre kahvemi ya da şarabımı alıp bir fotoğraftan, bir andan, gözümün önüne gelen bir hatıradan ya da
bir sözden tetiklenerek yazmaya başlamayı ve nereye gideceğimi bilmeden klavyenin tuşlarının ya da
bir kalemin peşinden gitmeyi büyüleyici buluyorum. Akışta yazıyorum, kelimeler beni nereye
götürürse oraya gidiyorum.
Sonra da bir nakış, dantel işler gibi onun üzerinde tekrar tekrar okuyarak, düşünerek düzeltmeler
yapmayı çok seviyorum. Bunaldığım, çıkmaza girdiğim de oluyor. O zaman uzaklaşıyorum metinden.
Zamanı gelince geri dönüyorum. Uğraşıp uğraşıp istediğim hale getiremediğim, içime bir türlü
sinmeyen yazıları unutmayı da öğrendim zamanla. Ne kadar çok okur ne kadar çok yazarsam o kadar
iyi metinler çıkarttığımı fark ettim. Kendimi kâğıda dökmek bana çok iyi geliyor. Şu sıralarda birbiriyle
bağlantılı öykülerden örülü bir novella yazmak istiyorum. Eğer bir gün yazmam bir şekilde mümkün
olmasaydı duygularımı, kafamdaki öyküleri bir resim ya da heykelle dile getirmeye çabalardım
sanırım. Sonuç çok da güzel olmayabilir ama kalemimi elimden alırlarsa kendimi ifade etmenin başka
bir yolunu bulurum mutlaka.
– Eski bir beyaz yakalı çalışan olarak kurgu yazmaya başlamaya ne zaman ve nasıl karar verdin?
Öyküyle yolun nasıl keşişti?
Aslında daha çalışmaya başlamadan önce içime düşmüş bir kıvılcımdı yazmak. Ancak iş hayatı, evlilik,
çocuklar arasında fırsat yaratamıyordum. Eşimin işi sebebiyle benim istifa ettiğim ve yurtdışında
olduğumuz dönemde, benim gibi beyaz yakalı ve dünyanın başka bir köşesine eşinin peşinden gitmiş
bir arkadaşımın, yazdığı öyküyü okuduğumda acayip imrendim. Sonrasında çeşitli atölyelere başlayan
yazma sürecim, öyküye evrildi. Şimdi kurgularımı kısa ve öz metinlerde şekillendirmeyi seviyorum.
– Yazarlık maceranda ne tür dönüşümler geçirdin?
Başlangıçta çok uzun yazıyordum. Göstermiyor anlatıyordum bol bol. Sonra diyaloglarda kuvvetli
olduğumu keşfettim. Zamanla kısalan öykülerimde aslında daha güçlü anlatımları az sözle
yapabilmeye başladım. Bunun da çok okuyup çok yazmakla ilgisi olduğunu düşünüyorum. Kas
çalıştıkça daha iyi oluyor hem bir hafızası oluyor hem de yaptığın işte iyileşiyorsun. İşleyen demir
ışıldar derler ya, öyle bir şey. Sade, ağdasız yazıyorum. Toplumcu gerçekçiliğe daha yakın buluyorum
kendimi. Sanırım Sabahattin Ali sevmemin sebebi de bu.
– Öykülerin ilk ne zaman nerelerde yayınlandı? Bu sana ne hissettirdi? Hiç yayınlanmasaydın da
yazmaya devam eder miydin?
Bir ara öykülerimi gönderdiğim dergilerden olumlu dönüş alamayınca kendimden şüphe ettim. Tam
göndermeyi bırakıyordum ki Panda Edebiyat “Kıymalı Yumurta ile Yine Yeniden” isimli öykümü
yayınladı. Sonra yaklaşık bir – bir buçuk yıllık bir dönemde yirmiyi aşkın öyküm Edebiyat Atölyesi,
Kırmızı Kalem, Tolerans, Asonans, Aylak Dergi gibi platformlarda yayınlandı. Bir yıl kadar önce Aylak
Dergi daimi yazarları olmamı istedi. Şu anda her sayılarına bir öykü gönderiyorum.
Yazmak daha önce bahsettiğim gibi başlı başına çok tatmin edici benim için. Ancak yayınlanmak
bambaşka bir şey. Orada sanırım dışardan bir çeşit onaylanma var, beğeni giriyor işin içine. Onun
tatmini de bambaşka. İlk yayımlanma haberini aldığımda tesadüf doğum günümdü. Hayatım boyunca
aldığım en değerli hediye diye düşünmüştüm. Kalemi kaldırıp atabileceğim bir dönemim olacağına
ihtimal vermiyorum. Sanırım ölene dek yazacağım. İç dünyamı yazarak keşfediyorum.
– Yazamadığın dönemler oluyor mu? O dönemleri nasıl aşıyorsun?
Olmaz mı, yazamadığım, tıkandığım, yorulduğum, vakit ayıramadığım dönemler oluyor. Bitti mi
içimdeki nehir kurudu mu diyordum eskiden. Ama biriktirmeye, dolmaya ihtiyacım olduğunu
düşünüyorum şimdi. Yazarken de okuyorum ama yazamayınca daha da fazla ve çeşitli okuyorum.
Sonra bir gün defterin ya da bilgisayarın başına geçince ne kadar özlediğimi fark ediyorum. Önce boş
boş kelimeler, akışta yazıyorum bir şey gelmezse. Ama kanal açılıyor bir noktada ve dökülüyor yine bir
şeyler. Sonra da onları daha iyi yapacak insan içine çıkacak hale getirme süreci başlıyor. Yaptığım işi
iyi yapmayı seviyorum, işin bütününü öğrenmeyi. İlk okumasını yaptığım kitaplar var. Yorum yaptığım,
mantık hatalarını fark edip öneriler verdiğim, imla olarak da düzeltmeler yaptığım. Kendime de çok
yapıyorum.
– İlk öykü kitabın yayınlanalı çok olmadı. Öykülerini nasıl yazdığından bahseder misin? Onlar mı seni
buluyor yoksa sen mi onların peşine düşüyorsun?
Kokular beni çok tetikler, anılarıma eski yaşanmışlıklara taşır ve oralardan bulduğum sahnelerden
yola çıkıyorum çoğu zaman. Bir de görseller, hafızamdaki bir görsel, bir resim, okuduğum bir kitaptan
bende kalan bir sahne veya izlediğim filmden bir kare. Öykülerimin bir kısmını da atölye ve kamplarda
yazmaya başlıyorum. Verilen yönergeleri alıyor ama genelde başka şeyler yazıyorum. Tam verilen
konuya bağlı kalmıyorum. Ama o benim içimde bir şeyi tetikliyor. Gözlerimi kapatıp o tetik sahnesini
gözümün önüne getirdiğimde onu anlatan ilk cümleyi yazıyorum ve sonrası kendini yazdırıyor. Akıyor.
– İlk kitabında senin yeri ayrı olan öyküler var mı? Hangileri? Neden?
Kıymalı Yumurta İle Yine Yeniden ilk yayımlanan öyküm, pandemideki sıkışmışlığımızı anlatıyor. İlk
olmasından yeri ayrı. Ama Ferit Edgü’nün “İbrahim’in oğlu İbrahim” öyküsünde bahsedilmeyen
kahramanı anlattığım Yusufların Karısı’nı çok severim. Hiç gitmediğim ama babamdan dinlediğim,
kitaplarda okuyup, filmlerde gördüğüm Doğu’yu tasvir eden, katılaşmış kadın karakterleri anlattığım
bu öykünün çok güçlü olduğunu düşünüyorum. Meselelerimden biri pek çoğumuz gibi kadın olmak.
Bu coğrafyada, bu zamanda. Onların dertlerini sade ama çarpıcı biçimde olduğu gibi yansıtabildiğimde
mutlu oluyorum. Bir de kitabıma adını veren Eksiliyorum Gitgide var. Yaşanmışlıklar, ilişkiler ve ne
kadar güzel yaşasanız da sonunda yalnız kalmak var. Nesneler üzerinden anlattım bu yalnızlığı.
– Kaleminden etkilendiğin yazarlar hangileri?
Daha önce de bahsetmiştim Sabahattin Ali, Ferit Edgü, Melisa Kesmez, yeni yazarları da çok
okuyorum, Oğuz Atay’ı seviyorum. Bir de Elizabeth Strout, Çehov, Jeffrey Archer (öyküleri),
Murakami, Elena Ferrante. Yabancı yazarları İngilizce okumaya çalışıyorum. Bu şekilde aramıza kimse
girmeden daha iyi anladığımı düşünüyorum yabancı yazarları. Okuduklarım beni besliyor. Sadelik,
duruluk, hayatın içinden hikayeleri ele alma, dantel gibi onları işleme, gerçek karakterler yaratarak
kurgular yapmak açısından bu yazarlardan etkilendiğimi söyleyebilirim.
– Ölmüş ya da yaşayan bir yazarla bir araya gelme şansın olsaydı kiminle buluşmak ve ona ne sormak
isterdin?
Oğuz Atay’la bir araya gelebilmek isterdim. O kadar kısa bir süre içinde bu kadar güzel, hicivli ve derin
şeyler yazabilmiş olmasına, gözlem yeteneğine, gördüklerini anlatma, yazma biçimine gerçekten
hayran olmamak mümkün değil. Hayatını uzatabilmek, daha çok üretmesine imkân verebilmek
isterdim. Sanırım onun bir iki öykümü okuyup bana ne diyeceğini dinlemek isterdim.
– Yazarlık kariyerinde ulaşmak istediğin bir nokta var mı? İlerisi için planların neler?
Bir noktaya ulaşmak sanki orada durmak anlamına geliyor, o yüzden böyle bir hayalim yok. Devam
etmek istiyorum. Hayalim okuyucuların aklında kalan, sevdikleri, kendilerini bulabildikleri metinlerin
yazarı olabilmek. Bunu başardığım gün kendimi bulutların üstünde hissedeceğim.